Fulden Ufacık

Severek okuduğum serinin dördüncü kitabı ile karşınızdayım. Olayları daha iyi anlayabilmeniz için seriye ilk kitaptan başlamanızı öneririm. Ben İngilizce okudum. Dil olarak sizi yoracağını sanmıyorum. A2 seviyesindesiniz bu seriyi rahatlıkla okuyabilirsiniz. 

Nick ve Charlie'nin yaşamlarına konuk olmaya devam ediyoruz. Öncelikle kitabın karikatür şeklinde yazıldığı için -çizimlerin bulunmasında dolayı- rahatlıkla okuyacağınızı düşünüyorum. LGBTIQ+ insanlarının yaşadıklarını anlattığını söylemem lazım. Eğer seriye başlayacaksınız bunu bilerek okumanızı isterim. Onların neler yaşadığını daha iyi anlayacağınız, empati kuracağınız bir kitap bana göre.

Serinin dördüncü kitabında Charlie, ilişkilerinde bir adım öteye gitmek istiyor ve Nick'e "Seni Seviyorum" cümlesini söylemek için sahilde buluştukları bir gün seçiyor. Karar verip en iyi zamanda ve uygun anda söylenmesi gereken bu cümleyi garip bir anda söylemeye karar veriyor Charlie. Bu sayfaları okurken ikisinin de gözlerinin birbirlerinden başka kimseyi görmediği anlayarak tebessüm ile okudum. 

Bu kitapta ilişkilerinin duygusal olarak daha da ileriye gittiğini fark ettim. "İyi günde ve kötü günde" sözünün anlamını ikisinin de birbirlerine destek verdiği bölümlerde daha net bir şekilde gördüm. Özellikle Nick'in Charlie için yaptığı fedakarlıklar...

Nick, üçüncü kitabın sonunda Charlie ile ilgili bir durumu fark etmişti ancak bunu söylemek için ve ona nasıl davranması gerektiğini bilemiyordu. Nick de bu konuyu annesi ile konuşmaya karar veriyor. Nick'in annesi evladını düşünen ve onun için çabalayan birisi. Bu sayfalarda oğlu için her şeyi düşünen bilinçli bir anne okumak güzeldi.

Charlie'nin annesi ise oğlunun yeni erkek arkadaşından dolayı geleceğini düşünmemesinden endişeli. Tabi bu endişeyi yanlış yollar ile oğluna aktarıyor. Bu durum ise Charlie'nin ruhsal durumunu olumsuz yönde etkileyen faktörlerden birisi haline geliyor. Nick'in desteği ile hayatı için alacağı kararları okurken kendimi hem onun hem de Nick'in yerine koydum. Sevginin ve ikili ilişkide dürüstlüğün önemini yazar çizimler ile çok güzel aktarmış.

Eğer bu türde eserler okumaktan hoşlanıyorsanız seriyi inceleyebilirsiniz.

Günlük ve biyografi türünde yazılmış eserleri okumayı seviyorum. Sanki yazar ne yaşamışsa ben de onunla birlikte bu yolculuğa adım atıyorum gibi hissediyorum.

Eser 24 Aralık 1980'de yazarın bir anda dersten alınarak Narlıdere Askeri Gözetimevi'ne götürülmesi ile başlıyor. Bu tarih, yazarın hayatını da etkileyecek birçok olayın yaşanmasına da neden olacak. 1980 Darbesi'nden nasibini alan kişilerden birisi Yaşar Karadağ. 

Yargılanmadan verilen ağır cezalar..

Beş yıl on hapis ve beş yıl verilen gözetim cezası, seçme ve seçilme hakkının elinden alınması, aile kurma engeli.. Okuduğu okul ile ilişkisinin kesilmesi için yapılanlar...

Zor yıllar ve yazarın kendine inancı ile cezaevinde yattıktan sonra öğrenim affından yararlanarak eğitimine devam etmek isteyip okuluna kayıt yaptırması onun her şeye rağmen güçlü olduğunun bir göstergesi bana göre. Aynı zamanda 1985 yılında eczacılık fakültesini de bitirip mezun oluyor.

Okul bittiği için askerliği aradan çıkarmak isteyen yazar, daha önce hapis yattığından "Sakıncalı" asker olarak görevini yapmaya başlıyor. Zorlu şartlar ve insanların düşüncelerini okuyacağımız askerde yazdığı günlüğü ile yaşadıklarına tanık oluyoruz.

"Her ne kadar, başlayan, başlatılan olaylara bakışım farklı olsa, şiddet yanlıları gibi düşünmesem de, alnımda yazılı değildi. Hepimiz asker dolayısıyla hedeftik. Aynı kıyafetler içinde kimin kim olduğu anlaşılmadığı gibi "kafamızın içi, düşüncemiz" görünmüyordu."

O dönemi bizzat yaşamış birisinin düşüncelerini okumak beni etkiledi. Dil olarak da akıcı ve sade olduğu için kolaylıkla okunan ancak yaşananları sorgulatacak bir eser.

Eğer yaşanmış hikayeler okumaktan hoşlanıyorsanız bu eseri inceleyebilirsiniz.

Her insan, çevresindekilerin hayatına ufak da olsa dokunur. Bu dokunuş kimisinin hayatına önemli bir etki sağlarken kimisininkine de seyirci olarak izler. Önemli olan hayatın içerisindeyken bu dokunuşların farkına varmak ve güzelleştirmektir. Bu dokunuşlar ile bir kişi kendini tanıdığında ise hayata bambaşka bir yönden görmeye çoktan hazırdır.

"Zamanla göreceklerdi ki insanın kendisini daha çok tanıması ve bulması sancılı ancak muazzam bir yolculuktu."

Dil kursunda tanışan Pamir, Derin, Talu, Ravza, Tuğrul, Leandro ve Vanessa öğretmen kurs bittikten sonra dillerini pekiştirmek için her hafta düzenli olarak Lafta Kafe'de buluşurlar. Bu buluşmalarda yaptıkları sohbetler ile her bir karakterin birbirinden farklı düşünceleri ve özellikleri olduğunu ilk sayfalarda hemen fark ediyoruz. 

Önemli olanın farklılıkların içerisindeki bütünlüğün olduğunu yazar bu 7 karakter ile okuyucusuna göstermek istiyor.

"Bilmeliyiz ki kimse bizim gibi düşünüp davranmak zorunda değil. Herkes farklı hisseder ve yaşar. Onların bize neler vermek, iletmek istediğini kendi açımıza göre değil, onun açısına göre değerlendirip anlamaya çalışmalıyız. İşte o zaman çok daha iyi anlar ve anlaşılırız. Unutmamalıyız ki herkesin de sevgi dili farklıdır."

Birbirinden farklı 7 karakterin birbirinden farklı düşünceleri, hayalleri ve hayatları var. Kimisi sevgiyi hissedememiş, kimisi terk edilmiş, kimisi ülkesini bırakarak Türkiye'de yaşamak istemiş, kimisi hayalleri için çaba gösteren, kimisi kendisini kabul etsinler diye düşünlerini söylememiş 7 karakter. Bu yedi karakter her hafta buluştukları Lafta Kafe'de konuştukları konular ile belleklerine yeni düşünceler ekerek bunları yeşertip hayatlarının bir köşesinde kullanarak emin adımlarla yolculuklarına devam ediyorlar.

"Huzurun önemine erişmiş her insan önemli olanın ren garenk boyaların arasında kendisine bulaşmış, diğer renklerin varlığına rağmen hala kendi esas rengini korumak olduğunu bilir. Ve her ne olursa olsun, olduğu kişiyi ve onun yaşadıklarını bir şekilde kabullenip sever. Daha da önemlisi bulunduğu nokta ne olursa olsun onu tam olarak kendisi yapacak erdemi ve nitelikleri fazlasıyla taşır."

Lafta Kafe'nin sahibi Tuna Bey'in, yedi ana karakter üzerindeki etkisi de yadsınamaz. Tuna Bey başka bir meslekte çalışırken bu sevimli kitap kafeyi açmaya karar vermiş ve hayatında bazı riskler de almıştı. Bu riskleri onun ağzından dinleyerek okurken kendi hayatınızı ve hayallerinize düşünmenizi isterim. 

Eğer hayatınızı düşündürecek ve sımsıcak bir hikaye okumak isterseniz bu eseri incelemenizi tavsiye ederim.

Adı gibi sıcak bir kasaba hikayesi karşılıyor bizleri. Sıcak ancak hayatın bazı acı gerçeklerini de insanın yüzüne vuran bir eser.

Hikaye Ege'nin bir sahil kenarında geçiyor. Bu kasabada balıkçılık yapan Salih karşılıyor ilk sayfalarda okuyucuyu. Pek kimseyle konuşmayan ana karakterimizin geçmişinde bir şeyler yaşadığını ve anılarının onun üzerindeki etkisini hemen fark ediyoruz. 

Aslında bu kasaba Salih'in şehit düşen asker arkadaşı Ali'nin memleketi. Doğu'da asker görevlerini yaparken tanışan bu ikili, arkadaşlıktan sırdaşlığa doğru sürecek güzel bir dostluk kurarlar. Tabi askeriyeye yapılan saldırı ile Ali şehit olur. Ali'nin babası Ejder Reis ve annesi Hatice Ana oğullarının şehit olmadan önce yazdığı mektubu bulduklarında onun son istediğini yerine getirmek için her şeyi yaparlar. Bu istek ise ailesinin Sahil'e sahip çıkmasıdır. Böylelikle Salih'in kasabaya geliş hikayesi yaşanacakların ilk sirenini bizlere gösterir.

Bir diğer karakterimiz ise Ayda. Bu kasabaya öğretmen olarak atanan Ayda'nın Salih ile karşılaşmasından sonra yaşananları okurken birçok duygu bizlerle yolculuk yapıyor. Yazarın karakterine Ayda ismini vermesi nedeni ise Ahbap Derneği'nde birlikte çalıştığı ve 2023 yılının şubat ayındaki Kahramanmaraş Depremi'nde hayatını kaybeden Ayda'yı anmak istemesidir. İnce düşüncesini eserindeki ana karakterlerine de yansıtmış. 

"Güzel kızım hepimizin içinde fırtınalar koparacak acılar dolu. Ama ne olursa olsun hayat devam ediyor. Bak Salih'e, bizim öz evladımız gibidir. İçindeki, ruhundaki yaraları bir türlü saramamış ama gelip benle Haticeme can yoldaşı oldu, umut ve yaşama sevinci oldu. Her birimizin bu dünyaya geliş amacının olduğuna inananlardanım. Senin de savaşın, zulmün ortasından kopup buralara getiren emin ol ki bir gaye vardır."

Ayda, Bosna Savaşı sırasında 7-8 yaşlarında oyun oynaması beklenen bir çocukken savaşın acı yüzüyle tanışıyor. Ailesinin verdiği karar ile Türkiye'deki akrabasının yanına kaçak yollarla ulaşıyor. Fakat yıllarca anne, babası ve kardeşlerinden haber alamıyor. 

Salih'in ve Ayda'nın buruk geçmişlerini ve kendi yaralarını okurken birçok duyguyu aynı anda hissettim. Bu durumu yazarın anlaşılır dili sağladı. Kısa ama insanı derinden etkileyen bir eser bana göre Kasaba. Özellikle Ayda ve Salih'in geçmişleriyle yüzleşmelerini okurken sanki ben de onlarla birlikteydim. Yazarın bu bölümleri duyguların gücünü hissederek yazdığını düşündüm.

"Aslında hiçbirimiz göründüğümüz gibi değiliz. Hayat bizleri bir ağaç gibi yonta yonta düzene sokuyor."

Eğer bu türde eserler okumaktan hoşlanıyorsanız kitabı incelemenizi tavsiye ederim.

Mizahın üst düzeyde yer aldığı Sizin Bir Şeyiniz Yok Hanımefendi Sadece Evde Kalmışsınız eserinde yazarın kendi hayatına doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Eğer bir kadın 30'lı yaşlarının başlarında ise onun evlenmesi gerektiği ve çocuklarını doğurup bakması beklenir toplum tarafından. Bu toplum baskısından etkilenen ve hayatında birisinin olmasının gerektiğini düşünen yazarımız ise kendi beyaz atlı prensini bulmak için birçok maceraya atılmaya çoktan hazır.

Bu maceraların içerisinde türbelerden, hocalardan ve medyumlardan tutun birçok eğitim programını da mevcut. Tabi bunların çoğuna belli bir ücret yatırarak katılıyor ve sonuç ise beyaz atlı prensten eser yok. Fakat onun yerine farklı farklı kendine beyaz atlı prens bulma yolları öğreniyoruz.

Kitabı, çevre baskısını ve yazarın yaşadığı durumları düşünerek okumakta fayda var. Aslında alt metinlerde ağır eleştiriler mevcut. Mesela umut tacirlerinin insanları kandırmak için yaptıklarını okurken ağlanılacak halimize güldüğümü fark ettim. Bu gülme faktörü ise yazarın, kendi deneyimlerini anlatırken kullandığı dilden kaynaklanıyor. Su gibi akıp gidiyor, deyimini yazarın dili ve yaşanılan olaylar için söyleyebilirim.

Yazarın okuyucuya derdinin anlatarak ve sanki biz onun yanındaymışız gibi hikayesini yazmasını çok sevdim. Bu sayede ben de onunla birlikte her gittiği ve yaşadığı her garip durumda yanında oldum. Tabi o bazı yerlere giderken gerçek anlamda kendi arkadaşlarını da sürükledi. Özellikle bir arkadaşı ile gittikleri seminerde arkadaşının durumunu okurken hem üzüldüm hem de baya güldüm.

"Bilinç ne enteresan bir şey öyle..."

Kitapla ilgili sevdiğim bir diğer bölüm ise en son bölüm oldu. Aslında çoğu kadından dayatılan olgulara itaat etmesi bekleniyor. Peki kadınlar bunu istiyor mu? İşte bu eserde yaşanılan pişmanlıklar, üzüntüler ve hayal kırıklıkları olduğu gibi aktarıyor yazar.

"Hayatta ne yaşıyorsan yaşa, senin hikayenin bir parçası."

Ben severek okudum bu eseri. Eğer türü seviyorsanız bu kitabı inceleyebilirsiniz.

Eğer fantastik türde bir eser okumak istiyorsanız ancak betimlemelerden dolayı bu türe bir şans vermiyorsanız Ateş Cadısı Salina eserine bir şans verebilirsiniz. Ancak fantastik türde birçok kitap okuduysanız betimlemelerin seyrek olmasından dolayı bu eser sizi tatmin etmeyebilir. 

Kitabın içerisinde yer alan çizimler sayesinde Orta Dünya gözümde canlandı.

Genel hatları ile olay örgüsü ve diyaloglar mevcut bu eserde. Bu yüzden yaşanılan olayları hızlıca okurken kimi yerde şaşırıp kimi yerde de Salina ve arkadaşlarıyla Orta Dünya'da düşmanlar ile savaşıyoruz.

Herzim Krallığı bir zamanlar Kraliçe Katrina tarafından yönetiliyordu. Fakat bir gün Kara Kral Lionel, Herzim Krallığı'nı yerle bir edip Orta Dünya'nın karanlık günlerinin başlamasına neden oldu. İnsanlar, cüceler ve cadılar için açlığın ve sefaletin yaşanacağı günler kapıdaydı.

Kara Kral Lionel'in ,Herzim Krallığı'na saldırdığı gün Kraliçe Katrina'nın kızı Salina dünyaya geldi. Kraliçe doğum yaptığı sabah yanına Kahin Cannon'u çağırdığı ve gelecek felaketi onun ağzından duydu. Kızı Salina'nın kurtulması için kahine teslim etti ve Kara Kral Lionel'ın gazabından ülkesini kurtarmak için savaştı ancak büyücülerin lideri Alice cadı olan Kraliçe Katrina'yı öldürmüştü.

Kahin, Salina'yı güvenli bir bölge olan Pontoz'a götürmüş ve hiç çocuğu olmayan bir aileye emanet etmişti. Salina, Herzim Krallığı'nın son varisi ve cadı olduğunu bilmeden yıllarca bu şehirde kaldı.

Salina gerçeği yıllar sonra öğrendiğinde Orta Dünya'ya barış getirmek ve Herzim Krallığı'nın son varisi olduğu için ülkesini ele geçirmek için savaş stratejileri yapmayı öğrendi. İçindeki intikam ateşi ile hareket ederken bazen kendisini kaybetti, bazen yeniden güçlenerek ayağa kalktı. Salina'ya bu intikamda yardım edecek arkadaşları ile yeni yolculuklara alırken birçok macera yaşadı.

Betimlemelerin az olmasından dolayı yazarın dili anlaşılırdı. Kitabı okurken daha fazla betimlemenin olabileceğini ve sayfa sayısının daha fazla olup Salina'nın yaşadıklarını daha ayrıntılı okumak istedim.

Eğer fantastik türe başlamak istiyorsanız ancak betimleme okumaktan hoşlanmıyorsanız kitabı inceleyebilirsiniz.