Fulden Ufacık

Gazateci olan Can Dündar, bu kitabıyla kaleminin ne kadar iyi olduğunu bize sunmuştur. Kırmızı Bisiklette, erken yaşta annesini kaybetmiş olan yazar, ona babasının baktığını ve o da doğacak olan oğlunu en iyi şekilde "baba olmak" istediğini okurlarına sunmuştur. Babası onun yanında olarak dertlerini bir nebze de olsa azaltmaya çalışmıştır. Bu kitapta hem Can Dündar'ın çocukluğundaki anılar hem de bize bilmediğimiz konularda aydınlatmıştır. Mesela masallar, barbie bebekler, ünlülerin çocukları daha bir çok konu hakkında yazmıştır. Umarım oğluna istediği gibi bir baba olmuştur.

Tolstoy'un dediği gibi "... sayıları az olmakla birlikte, Maupassant gibi bir başka tür insan daha vardır ki, bunlar her şeyi kendi gözleriyle, içerdiği önem ve anlamıyla, olduğu gibi görürler." 

Maksim Gorki'nin yayınlandığı günden beri milyonlarca basılan en önemli yapıtlarından biridir. Yazar, romanını yazarken Soronovo fabrikalarında meydana gelen olaylardan esinlenmiştir. Yazarın, bu olaylarda önde gelen işçi Zalomov ve anasını tanımış olması ve savunmalarına katkıda bulunması Ana romanının yazılmasının temelini atmıştır.

Zamanla siyasi düşüncelere ilgi duyan Pavel sosyalizmi öğrenmeye başlar. Kitap okur, arkadaşlarıyla toplantılara katılır. Annesi Nilovna Pavel’in bu durumundan birazcık korku duymaktadır. Çünkü sosyalistlerin Hristiyanlık hakkındaki görüşleri ve oğlunun herhangi bir nedenden ötürü tutuklanması korkusu onu endişelendiriyordu. Pavel zamanla daha aktif hale gelir, bilinci geliştikçe mücadelesinde sorumluluk alır. Evlerinde kalan Andrey tutuklandıktan bir süre sonra Pavel ‘de çarlık polisi tarafından tutuklanır. Her türlü aydın ve demokrat düşünceye karşı olan Hükümet tutuklama furyasına Pavel’i de dahil etmiştir. Pavel’in çalıştığı fabrikada işçileri bilinçlendirmek için dağıttığı bildiriler tutuklanmasına yol açmıştır. Nilovna oğlunun mücadelesine gittikçe daha çok saygı duymaya başlamış. Hatta oğlunun çalıştığı fabrikada işe girmiştir. Amacı Pavel’in mücadelesini sürdürmek ve içeriye bildirileri ulaştırmaktır. Bir süre sonra Andrey hapisten çıkar. Ana zamanla Andrey’in yardımlarıyla ilerleyen yaşına rağmen okuma-yazma öğrenir. Ana Andrey’i de tıpkı oğlu gibi sevmeye ve güvenmeye başlamıştır. Pavel hakkında bilmediği bir takım durumları Andrey ona anlatır. Ana Pavel’in Saşa’yı seviyor olmasına rağmen mücadeleleri için evlenemediğini öğrenir. Ana oğlunun mücadelesini anlamaya başladığında oğluna yardım etmeye başlar. 1 Mayıstaki olaylardan sonra oğlu ve arkadaşı tutuklanır. Oğlunun ve arkadaşlarının mahkemeye çıkacağını öğrenen ana heyecanla o günü bekler. Mahkeme zamanı geldiğinde Ana oğlu için endişe duymaktadır. Savcının soruları dinlenir ve Ana,Pavel ve diğer yoldaşlarının korkusuz ve kararlı tavırlarını açıkça görebilmektedir. Pavel sömürücü kapitalizmi etkileyici bir dille eleştirmiş ve işçilerin ve halkın genelinin içinde bulunduğu sefaleti gözler önüne sermiştir. Hakim onun sözlerini keser,bu durumda diğer yoldaşları da mahkemede ifade vermeyi reddettiler. Mahkeme tarafından sürgün cezasına çarptırılırlar. Ana kararı sevinçle karşılar. Pavel’in sürgünden kaçacağını düşünmektedir. Pavel’in mahkeme yaptığı etkili konuşma bildiri olarak basılır ve halka dağıtılır. Ana bu sorumluluğu alır ve bildirilerin dağıtımına başlar. Trenle köye gidiş sırasında bir ajan tarafından izlendiğini anlar. Ajan ona doğru gelmeye başladığında bağırarak sistemin sömürücü ve aşağılık yüzünü anlatır tıpkı Pavel gibi oda insanları mücadeleye çağırır, daha güzel bir dünyanın mümkün olduğunu haykırır. Ardından kanlar içinde yaka paça tutuklanır.davaları için bir çok yardımda bulunur. Bu romanda bir annenin çocuğu için neler yapabileceğini ona olan sevgisini anlatmaktadır. Annelerimiz hepimiz için çok kıymetlidir.

Kamelyalı Kadın'ın yazarı olan Alexandre Dumas Fils, içtenliğiyle tüm zamanların en tanınan aşk romanlarından birine imza atmıştır. Bu roman yazarın kendi hayatından esinlenerek yazdığı bir eser olduğu için daha çok önem kazanır. 

"Kayboldum! Zeytin ağaçlarının arasında kıvrılarak akarken karşıma aniden üçe ayrılan bir çatal çıktı. Toprak yollar doğuya,batıya ve güneye doğru uzanıyordu. Civarda ne bir tabela vardı ne bir işaret, ne de gidip adres sorabileceğim ev veya insan! Bir köpek bile yoktu görünürde. Sadece sonbahar rüzgarının dallarda hışırdayan sesi! Hangi yöne sapmam gerektiğini bilmiyordum, yollarım her birini hava kararmadan deneyecek gücüm de kalmamıştı, vaktim de."

Kırmızı defterdeki öyküler, Paul Auster'ın özel dünyasına girmek isteyenler için biçilmiş kaftandır. Her öyküsünde vurgulamak istediği şey "rastantılar"dır. Bazı insanlar kadere inanmazlar. Bazıları ise yaşadıkların her olayı kadere bağlarlar. Zaten kaderimde varmış gibi cümleler kurarlar. Paul Auster'ın bu kitabında raslantılar sonucunda insanların hayatlarının nasıl değiştiğini görmekteyiz. Bu kitapta hem Paul Auster'ın hayatındaki raslantıları hem de arkadaşlarının hayatında yaşadıkları raslantıları anlatmaktadır.

İlhami Algör, alelacayip aşkların ve oyunbazlığın, hüzünlü dolambaçların yazarı. 

Tezer Özlü, Türk edebiyatının nostaljik prensesi. Anılarını tüm çıplaklığıyla ele alan yazar, çocukluğundaki anılardan başlayıp gençliğinde yaşadığı olayları kendi görüşüyle anlatmıştır. Kitabı 4 bölüme ayırmıştır. İlk bölüm "Ev"de çocukluğundaki saf duyguların bastırılmasından şikayet etmektedir. Evinden,mahallesinden nefret etmektedir ve hayali seyahat etmektir.

Uğultulu Tepeler, Wuthering Heights malikanesinde gelişen olayları anlatmaktadır. Malikanenin sahibi Earnshaw, çocuklarından bile daha çok sevdiği Heathclife'i evlatlık edinir. Earnshaw'un iki tane evladı vardır. Catherine ve Hındley. Heathclife ile Catherine (Cathy) çok iyi arkadaştırlar. Hatta Heathclife Ve Catharine birbirleri için yaratılmış denilebilir. Fakat Heatclife diğerlerinden çok farklı biridir. Her şey normal seyrinde giderken Earnshaw'ın ölümüyle Heathclife'e kötü davranılmaya başlandı. Komşu malikanenin(Trushcross Grange) çocukları olan Isabella ve Edgar da Heathclife ile dalga geçince bir gün Heathclife oradan ayrılır ve 3 yıl sonra tekrardan geri döndüğünde eski Heathclife değildir. Artık zengindir ve intikam almaya gelmiştir. En sevdiği insan olan Catherine, Edgar ile evlenmiştir. Ve Catherine Linton (kızı) doğduğunda Catherine hastadır ve kızı 7 aylıkken ölmüştür. Edgar'ın kız kardeşi olan Isabella bir anda o yeni Heathclife aşık olmuştur ve onunla kaçmıştır. Abisi bunu öğrendiğinde şoka girer. Hındley alkolik olup öldüğünde oğlu Hareton ise Heathclife intikamına maruz kalarak gerizekalı biri olmuştur ve Heathclife hayran olarak görmeye başladı. Yıllar sonra Thrushcross Malikanesine kiracı olarak gelen Lockwood olanları yaşlı temizlikçi Nelly'den öğrenecektir. Uğultulu tepelerde artık Heathclife'in egemenliği vardır. İki malikaneninde sahibi olmuştur. Fakat kitabın sonunda Heatclife öldüğünde Uğultulu Tepeler sakinliğe kavuşur.

Danielle Steel, romantik bir yazardır. Günlük hayattaki olayları kendi hayat görüşüyle eserleriyle gösterir. Beni Böyle Sev bunlardan biridir. Victoria'nın kendi içindeki çaresizliğini yemek dünyasının kapılarını aralayarak açar. Bu çaresizliğinin nedeni ise anne ve babasının tavırlarıdır. Annesi çok güzel babası ise çok yakışıklıdır. Herkesin hayallerini süsleyen iki insandır ve bebekleri de böyle olmalıdır. Fakat Victoria onların beklediği güzellikte bir bebek değildir. Bu yüzden Kraliçe Victoria çirkin diye ona bu adı vermişlerdir. Sonra  kız kardeşi doğar. Anne ve babasının biricik kızları. Victoria bu durumda kendi mutlu etmek için daha fazla yemek yer. Artık bir karar vermesi gerekir. O da anne ve babasından uzak kalmak için başka şehre taşınmaya karar verir. Bu kararında onu bekleyen sürprizlerle dolu yaşamı onu başka duygulara sürükleyecektir.

Ademden Önce, Jack London'ın diğer kitaplarından farklı bir konusu vardır. Konusu rüyalarında insanların olmadığı çağa giden birini anlatmaktadır. Küçükken başlayan ve her gece onu korkutan rüyalarda kendisini mamyuma benzeyen ama insan olmayan biri olarak görmektedir. Kendisine Kocadiş adını takarak anlattığı hikayesinde bir çok olay yaşanmıştır. İlk başta ormanlarda yaşayan Kocadiş, Geveze adını taktığı üvey babasından dolayı ormandan kaçan Kocadiş daha sonra toplulukla yaşamaya başlar. Burada en iyi arkadaşı olan Sarkıkulakla birlikte mağarada kalırlar. Sonra Tezayakla tanışır. Kızılgözle yaşanan olaylar yaşamını etkilemiştir.

Edith Wharton romanlarında kendi zamanının New York'unu anlatmıştır. Tıpkı iki kız kardeş gibi. İki kız kardeşin konusu New York'un yoksul çevresinde sakin bir hayat yaşayan Ann Eliza ve Evelina Bunner iki kız kardeştir. Bir gün Ann Eliza kardeşine doğum günü hediyesi olarak saat ustası Ramy'den saat alır. Sakin yaşamları bir anda değişen kız kardeşler bay Ramy'den hoşlanmaya başlarlar. Ramy'i dinlerken kendilerinden geçen kız kardeşler aslında başlarına gelecek felaketlerden habersizlerdir. Gerçek bay Ramy'i tanıdıklarında iş işten geçecektir.

Veda-Umut-Hayat-Hüzün serisinin son kitabı olan Hüzün kitabında sıra. Dürbünümden 40 senenin ikinci bölümü. Ayşe Kulin bu kitabında yaşadığı evliliklerin sonuçlarını, çocuklarına duyduğu karşılıksız sevgiyi, babasına olan sevgiyi ve babası hastalandığında yaşadığı duyguları anlatmaktadır. İş hayatını, kendi gözlemleriyle anlattığı ülkedeki olayları bu kitabı okunacak kitaplar arasında olmasını sağlamıştır. Ayşe Kulin bu kitaplarını şöyle açıklamıştır. "Hayat ve Hüzün'de yazdıklarım, babamın da var olduğu dünyada geçirdiğim kırk yılın, dürbünüme çarpan resimleridir; özelimde ve ülkemde 1941'den bu yana yaşadıklarımdan, gördüklerimden seçmelerimdir. Kitabıma, beni çok etkileyen, çok üzen, çok sevindiren, bende iz bırakan, belleğimde hep kalan anılarımı aldım.

Gelelim Ayşe Kulin'in Veda-Umut-Hayat-Hüzün kitabının 3. kitabı olan Hayata.. Bu kitap ise Ayşe Kulin'in "Dürbünümde Kırk Sene" diye adlandırdığı ilk kitabı. Ayşe Kulin'in doğumuyla başlayan kitapta onun çocukluk yılları, gençlik yıllarına şait oluyorsunuz. Eğer biyografik romanları seviyorsanız tam size göre! Vikipedia' da yazarların hayatlarına bakıyorsanız orada okuyacaklarınızdan daha iyi ve daha samimi çünkü yazar kendisini anlatıyor. Kimse kendisini kendisinden daha iyi tanıyamaz! Ayşe Kulin'in neleri sevip neleri sevmediğine hangi olaylarda dik durup savaştığına okurken onunla birlikte yaşayabilirsiniz. Onun pişmanlıklarına, mutluluklarına, babasına olan düşkünlüğünü okurken bazen şaşırabilir neden böyle yaptı diye düşünebilirsiniz. Belki ben böyle yapardım ya da ben de onun gibi davranırdım diyebilirsiniz. İnsan olmanın en güzel özelliği sınırsız hayal gücümüz olmasıdır zaten. Önemli olan bu hayal gücünü güzel kullanmamız.

Ayşe Kulin'in Veda-Umut-Hayat-Hüzün serisinin ikinci kitabı olan Umut, Cumhuriyet'in yeni kurulmakta olduğu sancılı yılları anlatmaktadır. Bu kitabında Ayşe Kulin'in annesi(Sitare hanım) ve babası(Muhittin bey) ailelerini anlatmaktadır. Veda kitabında annesinin ailesini anlatırken bu kitabında hem annesinin hem de eskiden Osmanlı topraklarından olan Bosna'dan göç eden Kulin ailesini (babasının ailesini) de anlatmaktadır. Bu kitapta dinleri farklı olan insanların kavuşamamasını ve yaşadıkları zorlukları da anlatır. Ayşe Kulin'in annesinin teyzesi olan Sabahat'ın yaşadığı aşk bunun örneğidir. Malesef dinden dolayı bir çok kişi hayatlarının en mutlu dönemlerini yaşayamamamışlardır. Bugün de devam eden bu olaylar malesef insanlığı öğrenemediğimizin bugün kanıtıdır. Umut kitabı, herkese umut olması dileğiyle..

Ayşe Kulin'in Veda-Umut-Hayat-Hüzün serisinin ilk kitabı olan Veda kitabının konusu Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinde, işgal altındaki İstanbul'da bir konakta yaşanan olayları anlatmaktadır. Bu kitabın bu kadar önemli olmasının nedeni konakta yaşayan insanların Ayşe Kulin'in kendi akrabası olmalarıdır. Son Maliye Nazırı olan Ahmet Reşat Yediç'in (Ayşe Kulin'in büyükdedesidir.) bir Osmanlı beyfendisi olarak Osmanlı Devleti'nin bu duruma üzülmesini, yeğeni Kemal'in Kuva-i Milliye'ye yardım etmeye çalışmasını bunun yanında Osmalı konağının eski şatafatlı günlerinden hiç bir iz kalmadığını romanın o akıcı anlatışında bulabilirsiniz. Ayşe Kulin, biyografik veriler ile roman tekniğini birleştirmiştir. Roman gibi okuyacağınız bir biyografi diyebilirim. Kitabın kapağının üst bölümünde Ahmet Reşat Beyin fotografı vardır. Ayşe Kulin bu kitabı büyükdedesinin mektuplarından yararlanarak hazırlamıştır.

Yaşar Kemal, gerçek hayatta gördüklerini kitaplarına yansıtır. Eserleri bir çok dile çevrilmiştir. Ben bir yazarın özgün olmasını severim. Tıpkı Yaşar Kemal gibi. Yılanı Öldürseler, Yaşar Kemal'ın en önemli eserlerinden biridir. Yılanı Öldürseler'in konusu ise Hasan'ın toplum baskısından dolayı annesini öldürmesini anlatmaktadır. Bu romanın en önemli noktası Hasan'ın 9 yaşında olmasıdır. Annesine en çok ihtiyacı olacağı zamanlarda o katil olmuştur. Yazar bize bu olayı Türkiye'nin gerçekleriyle kendi imgeleriyle anlatmıştır. Törenin en kötü sonuçlarından biridir.

Canan Tan sürükleyici roman yazarlarından biridir benim gözümde. Kitaplarındaki olaylar gerçek hayatla o kadar bağlantılıdır ki kitaplarını okuyunca hemen bitiresim geliyor. Tıpkı Piraye gibi. Kitabın konusu dişçilik okuyan Piraye'nin başından geçen olayları anlatmaktadır.
Ben herhangi bir kitap okurken yazarın olayı kesip bu böyle olacak diye ilerideki olayı anlatması benim pek hoşuma gitmiyor. Bu kitapta Canan Tan da bunu yapmıştır. Ama ilerideki sayfalarda Piraye'nin öyküsü o kadar ilginç bir noktaya gelir ki okuyucunun bunun nasıl olduğunu düşünmesini sağlar. Kitabı okumanızı tavsiye ederim.

Gary Small 30 yıldır psikiyatrist uzmanı. Bu süre boyunca bir çok hastası oldu. Bu kitabında ise bu vakaların en ilginçleri vardır. Bu vakalardan bazıları; kocası şehir dışına gittiği için mutsuz olan orta yaşlı kadın, acil serviste çıplak, kafa üstü duran genç kız,elinden kurtulmak isteyen genç, bayılan öğrenciler, penisi küçülen adam, rüyalarından uyanamayan biri, evli çiftin sorunları gibi bir çok enteresan olaylarla okuyucu kitaba kitliyor. Doktoru etkileyen en önemli olay ise kendi hocasının hastası olmasıdır.Ayrıca bu kitapta psikolojik hastalıklarıyla ilgili bilgiler içermektedir. Eğer psikolojiye ilgiliyseniz bence okumalısınız. 

Bir şairi anlamak için yaşadıklarına da bakmak gerekir. Tıpkı Nazım Hikmet gibi. O kominist oldu. O vatan haini oldu. O çok sevdiği memleketinden sürgün edildi. Ama bir şeyi unuttular o Nazım Hikmet'ti. Hepsinden daha değerli, hepsinden daha çok tanındı. Dünya'da bir olay olunca hep onun dizeleri söylendi. O aşk adamıydı. Tıpkı bu kitaptaki gibi. Emin Karaca bu kitabında Nazım Hikmet'in aşklarını 5 bölüme ayırarak anlatmıştır. Birinci bölümde üniversite yıllarındaki aşkından bahseder. İkinci bölümden kalbinin kızıl saçlı bacısından yani Piraye'den bahseder. Yazar, Nazım Hikmet'in ona yazdığı mektuplardan, şiirlerden alıntılar yaparak onların her dönem konuşulan aşkını bizim de seyirci olmamızı sağlamıştır. Ben bir eserde alıntı yapma tekniğini hep beğenmişimdir. Çünkü bir fikri en güzel şekilde desteklediğini düşünüyorum. Üçüncü bölümde dayısının kızından ,dördüncü bölümde sarışın, mavi gözlü kadınından ve son bölümde ötekiler olarak adlandırılarak başka kadınlardan bahsetmiştir. Bu kadınlarla birlikte olamamasının nedenleri vardır. Ben bir Nazım Hikmet hayranı olarak kitabı çok beğendim. Yazımı Nazım Hikmet'in Piraye'ye yazdığı şiirle bitiyorum.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
                                                  bu kadar mavi
                                                  bu kadar geniş olduğuna şaşarak
                                                  kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...