Gertrude Stein'in kalemiyle tanışma kitabım oldu. Bu kitapta Picasso ile olan anılarını, Picasso'nun 1900-1937 yılları arasındaki süreçte yaptıklarını, onun sanat anlayışını, kübizmin ne olduğunu okudum.
"Ama ben, her şeye rağmen, Picasso’nun kendine has yeteneğini vurgulamak isterim. Ressamda, çizerde olması gereken bir yetenektir bu. Hey şeyi, her daim büyük bir titizlikle inceleme arzusu duyan bir adamdı. Bir dizi arayışın arkasından gitmek için, güçlü bir uyarıcıya ihtiyaç duymuştu her zaman.
Bütün yaşamı boyunca yaptığı da budur." Gertrude Stein
Yazarın dili eğer sanat kitapları ile aranız yoksa size ağır gelebilir. Bazı cümleleri anlamakta zorlanma ihtimaliniz var. Ancak ben okurken keyif aldım. Bir çok şey öğrendim. Yirminci Yüzyıl'ın Sanat Anlayışlarından olan Kübizm'in ne olduğunu anlamımı sağladı.
"İyi hatırlıyorum. 1904-1908 yılları arasında, kış mevsimlerinden biri olmalıydı. Herkes, Picasso’nun desenlerini görmek için bize geliyordu. Picasso’nun bu desenleri, sanki bir model karşısında fakat asla modele bakmadan, hayranlık uyandırıcı bir teknikle çalışmış olması, bunlar üzerine söylenebilecek ilk ve en şaşırtıcı şeydi."
1900 yılında Paris'e gelen Picasso henüz 19 yaşındadır. Ancak yeteneğinin taşlarını oluşturarak renklerin ahenkle dans edişini tuvallere aktaracaktır. Bu tuvallerde yeni bir akımın izlerinin parçalarını da göreceğiz.
"Beklenen an, gelip çattı sonunda. Paris’e gelen Picasso, kendisiyle beraber sadece İspanyol resmini değil, İspanya’nın gündelik yaşamından kaynaklanan kübizmi de getirdi."
Peki Kübizm nedir?
"Kübizm 1908 yılında sanatçı Pablo Picasso ve Georges Braque tarafından oluşturulmuş bir sanat akımıdır. Akımın temellerinin Picasso’nun 1907’de “Avignon’lu Kızlar” tablosuyla atıldığı söylenebilir. Tuval üzerine yağlı boya olan eser, alışılmış tüm güzellik kalıplarını yıkmış, güzel ile çirkin ayrımını, estetiğin öğretilerini yerle bir etmiştir. Pablo Picasso bu eseri üzerine bir dostu ile sohbet ederken, balta ile parçalanmış figürlerden meydana gelen bir vücut oluşturduğundan bahsetmiştir. 3 boyutlu öğeleri 2 boyuta indirgeyerek yaptığı anlatımda, ön görünüşler arkaya, arka görünüşler de öne gelmiş gibidir. Dönemin insanlarını hem rahatsız eden, hem de şoka uğratan bu resmi ile Picasso, kendi dilini kendi üretmiş, sınırları ve yeni görme biçimi yaratarak bir anlamda kübizmi de başlatmış olur. "
Gertrude Stein'a göre Kübizm'in üç temel ilkesi vardır;
"1-Kompozisyon: Yaşama biçimi değişmiştir artık. Yaşam anlayışı genişlemiştir ve her şey aynı derecede öneme sahiptir.
2-Gözlem inancı: Bilimsel gerçekliğin önemi giderek azalmaktadır. Bilim, kuşkusuz birtakım bulgular elde etmiş, yeni bulguların peşine düşmüştü. Ancak genel ilke, bütün bu bulguların kabul gördüğü ve anlaşıldığı inancına dayanmaktaydı. Bulguları ele geçirme, onları sahiplenme süreci yaşanmıştı daha önce.
3-Yaşamın sınırlandırılması: Kendi çerçevesi içinde sabitleştirilmiş olan görüntü malzemesi, sınırlarının dışına çıktığı anda bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyordu."
Kübizm'de sanatçının görmediği şeyler önemli değildi. O gördüğünü manzarayı kendi bakış açısını tuvaline yansıtmalıydı.
"Picasso’nun kübizmi, görünür nesnelerden yola çıkar. Sonuç ise sadece onun için değil başkaları için de şaşırtıcı olur. Peki ama, böyle bir şeyi kim başarabilirdi? Gerçek bir yaratıcı, bir yenilikçi, kendisinden önceki birikimlerden yola çıkarak bir yere ulaşan kişidir. İşte buydu bütün mesele."
"Kübizm, görmeye değil sezgiye dayanan bir olguydu. İspanya’da yapı sanatının çevre peyzajıyla, küreselliğin küple karşıtlık yaratması gibi, kübizm de doğanın karşıtı olan bir sanattı. Savaş yıllarıyla beraber ortaya çıkan yeni espri, duruk olanla yetinmenin olanaksız olduğunu, dünyanın artık değiştiğini Picasso’ya kabul ettirmişti." Gertrude Stein
Eğer anı türünde kitaplardan ve sanat akımlarına karşı merakınız varsa bu kitaba bakabilirsiniz.
"Onun, çalışmaları sırasında ortaya koyduğu güzellik kavramı, gerçek anlamda bir güzellik değildir. Onun resmine özgü nesneler yoluyla oluşturulan bir güzelliktir."
"Bir ressamın edebiyata olan tutkusu, hiçbir zaman yazarınkine benzemez. Kişilik ya da ego, ikisinde de çok farklı ayrıntılarla kendini gösterir. Ressamın tuvaline koyduğu figür ya da nesne, gerçekliğin bir yansıması değildir. Bütün bu şeyler, tablonun kendine özgü atmosferi içinde yaşar. Yeter ki resim bu anlamda gerçekleşmiş olsun. Yazar, kendi varlığını oluşturur. Kitaplarına yansıyan olayları yaşamak zorunda değildir. Yazmak için, düşüncenin oluşması yeterlidir."
“Yine de, resim yapabilmek için bazı şeyleri bilmek gereklidir. Evet, gereklidir.”
"Picasso en nihayetinde baş, yüz, insan bedeni ve kadın figürünü kendi kişisel yorumu doğrultusunda ifade etme savaşına girişti. Bu savaş zordu tabii. Hâlâ da öyledir. Varlıkların ruhu pek de ilgilendirmiyordu onu. Picasso’ya göre, başın, çehrenin, bedenin varlığı o kadar önemli, sürekliliği ve bütünlüğü ifade eden şeylerdi ki, bir başka konu üzerinde kafa yormanın gereği yoktu. Bedenin içindeki ruha gelince, şüphesiz başka bir şeydi o."
"Gerçekte, çoğu zaman görünen, bedenimizin yalnızca bir bölümüdür. Geriye kalan öteki bölümü, ya bir şapka ya da ışık veya gölge ile gizlenmiştir. Herkes, göremediği bu parçaları belleğinde kalan izlenimlerle bütünleştirmekten yanadır. Fakat Picasso, gözlerden birini görüyorsa, göremediği öteki göz onun için yoktur. Bir ressam, hele bir İspanyol ressam olarak bu tutumunda haklıdır Picasso. Görünen, salt görülenle sınırlı ise, geri kalanlar bellekte yer etmiş olanlarla tamamlanır. Ressamlar ise genellikle, ne böyle bir bütünleştirmeye yönelirler ne de belleklerinde yer etmiş olanla yetinirler. Yalnız görünür nesnelere göre resim yaparlar."
"Ama ben, her şeye rağmen, Picasso’nun kendine has yeteneğini vurgulamak isterim. Ressamda, çizerde olması gereken bir yetenektir bu. Hey şeyi, her daim büyük bir titizlikle inceleme arzusu duyan bir adamdı. Bir dizi arayışın arkasından gitmek için, güçlü bir uyarıcıya ihtiyaç duymuştu her zaman.
Bütün yaşamı boyunca yaptığı da budur." Gertrude Stein
Yazarın dili eğer sanat kitapları ile aranız yoksa size ağır gelebilir. Bazı cümleleri anlamakta zorlanma ihtimaliniz var. Ancak ben okurken keyif aldım. Bir çok şey öğrendim. Yirminci Yüzyıl'ın Sanat Anlayışlarından olan Kübizm'in ne olduğunu anlamımı sağladı.
"İyi hatırlıyorum. 1904-1908 yılları arasında, kış mevsimlerinden biri olmalıydı. Herkes, Picasso’nun desenlerini görmek için bize geliyordu. Picasso’nun bu desenleri, sanki bir model karşısında fakat asla modele bakmadan, hayranlık uyandırıcı bir teknikle çalışmış olması, bunlar üzerine söylenebilecek ilk ve en şaşırtıcı şeydi."
1900 yılında Paris'e gelen Picasso henüz 19 yaşındadır. Ancak yeteneğinin taşlarını oluşturarak renklerin ahenkle dans edişini tuvallere aktaracaktır. Bu tuvallerde yeni bir akımın izlerinin parçalarını da göreceğiz.
"Beklenen an, gelip çattı sonunda. Paris’e gelen Picasso, kendisiyle beraber sadece İspanyol resmini değil, İspanya’nın gündelik yaşamından kaynaklanan kübizmi de getirdi."
Peki Kübizm nedir?
"Kübizm 1908 yılında sanatçı Pablo Picasso ve Georges Braque tarafından oluşturulmuş bir sanat akımıdır. Akımın temellerinin Picasso’nun 1907’de “Avignon’lu Kızlar” tablosuyla atıldığı söylenebilir. Tuval üzerine yağlı boya olan eser, alışılmış tüm güzellik kalıplarını yıkmış, güzel ile çirkin ayrımını, estetiğin öğretilerini yerle bir etmiştir. Pablo Picasso bu eseri üzerine bir dostu ile sohbet ederken, balta ile parçalanmış figürlerden meydana gelen bir vücut oluşturduğundan bahsetmiştir. 3 boyutlu öğeleri 2 boyuta indirgeyerek yaptığı anlatımda, ön görünüşler arkaya, arka görünüşler de öne gelmiş gibidir. Dönemin insanlarını hem rahatsız eden, hem de şoka uğratan bu resmi ile Picasso, kendi dilini kendi üretmiş, sınırları ve yeni görme biçimi yaratarak bir anlamda kübizmi de başlatmış olur. "
Gertrude Stein'a göre Kübizm'in üç temel ilkesi vardır;
"1-Kompozisyon: Yaşama biçimi değişmiştir artık. Yaşam anlayışı genişlemiştir ve her şey aynı derecede öneme sahiptir.
2-Gözlem inancı: Bilimsel gerçekliğin önemi giderek azalmaktadır. Bilim, kuşkusuz birtakım bulgular elde etmiş, yeni bulguların peşine düşmüştü. Ancak genel ilke, bütün bu bulguların kabul gördüğü ve anlaşıldığı inancına dayanmaktaydı. Bulguları ele geçirme, onları sahiplenme süreci yaşanmıştı daha önce.
3-Yaşamın sınırlandırılması: Kendi çerçevesi içinde sabitleştirilmiş olan görüntü malzemesi, sınırlarının dışına çıktığı anda bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyordu."
Kübizm'de sanatçının görmediği şeyler önemli değildi. O gördüğünü manzarayı kendi bakış açısını tuvaline yansıtmalıydı.
"Picasso’nun kübizmi, görünür nesnelerden yola çıkar. Sonuç ise sadece onun için değil başkaları için de şaşırtıcı olur. Peki ama, böyle bir şeyi kim başarabilirdi? Gerçek bir yaratıcı, bir yenilikçi, kendisinden önceki birikimlerden yola çıkarak bir yere ulaşan kişidir. İşte buydu bütün mesele."
"Kübizm, görmeye değil sezgiye dayanan bir olguydu. İspanya’da yapı sanatının çevre peyzajıyla, küreselliğin küple karşıtlık yaratması gibi, kübizm de doğanın karşıtı olan bir sanattı. Savaş yıllarıyla beraber ortaya çıkan yeni espri, duruk olanla yetinmenin olanaksız olduğunu, dünyanın artık değiştiğini Picasso’ya kabul ettirmişti." Gertrude Stein
Eğer anı türünde kitaplardan ve sanat akımlarına karşı merakınız varsa bu kitaba bakabilirsiniz.
"Onun, çalışmaları sırasında ortaya koyduğu güzellik kavramı, gerçek anlamda bir güzellik değildir. Onun resmine özgü nesneler yoluyla oluşturulan bir güzelliktir."
"Bir ressamın edebiyata olan tutkusu, hiçbir zaman yazarınkine benzemez. Kişilik ya da ego, ikisinde de çok farklı ayrıntılarla kendini gösterir. Ressamın tuvaline koyduğu figür ya da nesne, gerçekliğin bir yansıması değildir. Bütün bu şeyler, tablonun kendine özgü atmosferi içinde yaşar. Yeter ki resim bu anlamda gerçekleşmiş olsun. Yazar, kendi varlığını oluşturur. Kitaplarına yansıyan olayları yaşamak zorunda değildir. Yazmak için, düşüncenin oluşması yeterlidir."
“Yine de, resim yapabilmek için bazı şeyleri bilmek gereklidir. Evet, gereklidir.”
"Picasso en nihayetinde baş, yüz, insan bedeni ve kadın figürünü kendi kişisel yorumu doğrultusunda ifade etme savaşına girişti. Bu savaş zordu tabii. Hâlâ da öyledir. Varlıkların ruhu pek de ilgilendirmiyordu onu. Picasso’ya göre, başın, çehrenin, bedenin varlığı o kadar önemli, sürekliliği ve bütünlüğü ifade eden şeylerdi ki, bir başka konu üzerinde kafa yormanın gereği yoktu. Bedenin içindeki ruha gelince, şüphesiz başka bir şeydi o."
"Gerçekte, çoğu zaman görünen, bedenimizin yalnızca bir bölümüdür. Geriye kalan öteki bölümü, ya bir şapka ya da ışık veya gölge ile gizlenmiştir. Herkes, göremediği bu parçaları belleğinde kalan izlenimlerle bütünleştirmekten yanadır. Fakat Picasso, gözlerden birini görüyorsa, göremediği öteki göz onun için yoktur. Bir ressam, hele bir İspanyol ressam olarak bu tutumunda haklıdır Picasso. Görünen, salt görülenle sınırlı ise, geri kalanlar bellekte yer etmiş olanlarla tamamlanır. Ressamlar ise genellikle, ne böyle bir bütünleştirmeye yönelirler ne de belleklerinde yer etmiş olanla yetinirler. Yalnız görünür nesnelere göre resim yaparlar."