Bazı tiyatro eserleri vardır. Aslında kolay okunur, anlaşılır ancak derinlerinde anlamlar gizlidir. O gizliliği okuyucunun bulmasını ister yazar. Tıpkı Martı eserindeki gibi.
Martı aslında dil olarak sizi yormayacak ancak karakterler ve o dönemin yaşantısını irdelemeniz gereken bir tiyatro eseri. Ana konu olarak yazıldığı dönemde yok olmakta olan burjuva sınıfının hayatından kesitler okuyoruz. Fakat bu ana konunun etrafında bulunan karakterlerin her biri birbirinden farklı sınıflarda bulunan, hayata bakışları farklı kişiler. İşte bu anlamda irdelediğinizde ortaya gölün etrafında bulunan sayısız kuş gibi uçan hayatını yaşamaya çalışan kişileri tanıyoruz.
Çehov, değişen zamana ayak uydurmakta zorlanan mutsuz insanların hikayesini anlatır. Martı eserinde de bu mutsuzluk karakterlerinde hissediliyor.
Martı aslında dil olarak sizi yormayacak ancak karakterler ve o dönemin yaşantısını irdelemeniz gereken bir tiyatro eseri. Ana konu olarak yazıldığı dönemde yok olmakta olan burjuva sınıfının hayatından kesitler okuyoruz. Fakat bu ana konunun etrafında bulunan karakterlerin her biri birbirinden farklı sınıflarda bulunan, hayata bakışları farklı kişiler. İşte bu anlamda irdelediğinizde ortaya gölün etrafında bulunan sayısız kuş gibi uçan hayatını yaşamaya çalışan kişileri tanıyoruz.
Çehov, değişen zamana ayak uydurmakta zorlanan mutsuz insanların hikayesini anlatır. Martı eserinde de bu mutsuzluk karakterlerinde hissediliyor.
"Sistemin kokuşmuş ve çürümüş yüzünü yarattığı karakterin gözünden seyirciye aktarır.Bunu gözler önüne sererken,gelecek olan yeni düzene ayak uyduramayan,gelecek için çalışmak ve çaba harcamak yerine sürekli geçmiş günlerin anılarıyla yaşayan insanların yaşamdaki duruşlarını irdeler."
Martı eserinde şehir-taşra hayatı arasındaki çelişkili ilişkiye de değinir. Gerçekçilik akımı ile yaşanan olayları olduğu gibi yazarak okuyucuya sunar. Ayrıca eserlerinde yer verdiği iletişimsizlik unsuru Martı'da da vardır. Birbirini anlamayan, dinlemeyen, sadece kendi dünyalarında yaşayan karakterler.
Eser, Moskova'dan uzak bir taşra kentinde geçmektedir. Bu taşra kentin etrafında çok güzel bir göl bulunmaktadır. Gölün kenarında bulunan evlerde zengin aristokratlar yaşamaktadır. Bu evlerden birinin sahibi Sorin'dir.
Aktris olan Arkadina ve yazar sevgilisi Trigorin ile abisi Sorin'in çiftliğine gelmesi ile olaylar başlıyor. Arkadina'nın oğlu Treplev'in hayali iyi bir yazar olmak, zengin aileden gelen ancak üvey annesi ve babasından dolayı kapana kısılmış Nina'nın hayali ise aktris olmaktır. İlk perde de Treplev'in yazdığı oyun sergilenirken annesi oyun esnasında oyunu beğenmediğini dile getirince oğlu sinirlenir ve oyun yarıda kesilir.
Annesinin oğlu yerine o yazarı seçmesini sinirlenen üstelik aşık olduğu Nina'nın da bu yazardan hoşlanmaya başlaması Treplev'i çileden çıkartır. Sebepsiz yere bir martıyı vuran Treplev, bu martıyı Nina'nın ayaklarına seriyor. İşte burada martı benzetmesi ile aslında Nina'nın karakterini gözler önüne seriyor Çehov. Her şeyi bu göl olan özgürlüğü uçmak olan bu martı tıpkı Nina gibidir. Özgür, mutlu, yaşamdan zevk alan bir martı. Bir gün biri gelir ve yapacak bir şeyi olmadığı için martı ile ilgilenir. Tıpkı ünlü olan yazar Trigorin gibi. Peki mutlu olan hayalleri için yalnız başına koşan martı mutlu olacak mıdır?
"Ama bu göl, sanki bir martıymışım gibi beni kendisine çekiyor… Bir martının denizi özlediği gibi özlüyorum burayı…"
Tiyatro eserini okurken hayallerimizin peşinden yalnız başımıza giderken unuttuğumuz o şeyin önümde durduğunu fark ettim. Hayatımızı, hayallerimiz için uygun şekle sokmamız gerektiğini fısıldadı. Hayallerimizin peşinden giderken her adımı sorgulayarak, test ederek ve etrafımızda olanları takip ederek yapmamız gerektiğini anladım. Hayaller güzeldir amacımızın olması güzeldir ancak bu amaca ulaşmak için yapacaklarının planı, bir sonraki adımın ne olduğunun belirli olması gerekiyor.
Martı gibi hayalleriniz peşinden özgürce uçarken hayatın kendisini de düşünerek yapın bunu.
Eğer sizi etkileyecek bir tiyatro eseri okumak istiyorsanız bu kitaba bakabilirsiniz.
"Kostya, ha sahnede oynamış, ha yazmışız; asıl önemli olan, ün değil, sabretmeyi, zorluklara dayanmayı bilmektir. Acılara katlanacak, inancınızı kaybetmeyeceksiniz."
"...işin aslının, biçimin yeni ya da eski olmasında değil, tarza aldırmadan, içinizden geldiği gibi yazmak olduğu kanısına varıyorum."
"Felsefe yapmak ne kadar kolay doktor, ama sıra konuşulanları hayata uygulamaya gelince hiç de öyle değil."
"Yaşamak ciddiye alınmalıdır."
"Bir edebi eserde belirli bir temel düşünce bulunmalı. Yazar neden yazdığını bilmeli; o güzel yaratıcılık yoluna hangi amaçla girdiğini bilmezse, yönünü şaşırır ve yeteneği onu mahveder."
"Sanatın tadını alan kişiler başka hiçbir şeyden haz almazlar diye düşünürüm hep."
"Herkes elinden geleni, kalbinden geçeni yazar."
Martı eserinde şehir-taşra hayatı arasındaki çelişkili ilişkiye de değinir. Gerçekçilik akımı ile yaşanan olayları olduğu gibi yazarak okuyucuya sunar. Ayrıca eserlerinde yer verdiği iletişimsizlik unsuru Martı'da da vardır. Birbirini anlamayan, dinlemeyen, sadece kendi dünyalarında yaşayan karakterler.
Eser, Moskova'dan uzak bir taşra kentinde geçmektedir. Bu taşra kentin etrafında çok güzel bir göl bulunmaktadır. Gölün kenarında bulunan evlerde zengin aristokratlar yaşamaktadır. Bu evlerden birinin sahibi Sorin'dir.
Aktris olan Arkadina ve yazar sevgilisi Trigorin ile abisi Sorin'in çiftliğine gelmesi ile olaylar başlıyor. Arkadina'nın oğlu Treplev'in hayali iyi bir yazar olmak, zengin aileden gelen ancak üvey annesi ve babasından dolayı kapana kısılmış Nina'nın hayali ise aktris olmaktır. İlk perde de Treplev'in yazdığı oyun sergilenirken annesi oyun esnasında oyunu beğenmediğini dile getirince oğlu sinirlenir ve oyun yarıda kesilir.
Annesinin oğlu yerine o yazarı seçmesini sinirlenen üstelik aşık olduğu Nina'nın da bu yazardan hoşlanmaya başlaması Treplev'i çileden çıkartır. Sebepsiz yere bir martıyı vuran Treplev, bu martıyı Nina'nın ayaklarına seriyor. İşte burada martı benzetmesi ile aslında Nina'nın karakterini gözler önüne seriyor Çehov. Her şeyi bu göl olan özgürlüğü uçmak olan bu martı tıpkı Nina gibidir. Özgür, mutlu, yaşamdan zevk alan bir martı. Bir gün biri gelir ve yapacak bir şeyi olmadığı için martı ile ilgilenir. Tıpkı ünlü olan yazar Trigorin gibi. Peki mutlu olan hayalleri için yalnız başına koşan martı mutlu olacak mıdır?
"Ama bu göl, sanki bir martıymışım gibi beni kendisine çekiyor… Bir martının denizi özlediği gibi özlüyorum burayı…"
Tiyatro eserini okurken hayallerimizin peşinden yalnız başımıza giderken unuttuğumuz o şeyin önümde durduğunu fark ettim. Hayatımızı, hayallerimiz için uygun şekle sokmamız gerektiğini fısıldadı. Hayallerimizin peşinden giderken her adımı sorgulayarak, test ederek ve etrafımızda olanları takip ederek yapmamız gerektiğini anladım. Hayaller güzeldir amacımızın olması güzeldir ancak bu amaca ulaşmak için yapacaklarının planı, bir sonraki adımın ne olduğunun belirli olması gerekiyor.
Martı gibi hayalleriniz peşinden özgürce uçarken hayatın kendisini de düşünerek yapın bunu.
Eğer sizi etkileyecek bir tiyatro eseri okumak istiyorsanız bu kitaba bakabilirsiniz.
"Kostya, ha sahnede oynamış, ha yazmışız; asıl önemli olan, ün değil, sabretmeyi, zorluklara dayanmayı bilmektir. Acılara katlanacak, inancınızı kaybetmeyeceksiniz."
"...işin aslının, biçimin yeni ya da eski olmasında değil, tarza aldırmadan, içinizden geldiği gibi yazmak olduğu kanısına varıyorum."
"Felsefe yapmak ne kadar kolay doktor, ama sıra konuşulanları hayata uygulamaya gelince hiç de öyle değil."
"Yaşamak ciddiye alınmalıdır."
"Bir edebi eserde belirli bir temel düşünce bulunmalı. Yazar neden yazdığını bilmeli; o güzel yaratıcılık yoluna hangi amaçla girdiğini bilmezse, yönünü şaşırır ve yeteneği onu mahveder."
"Sanatın tadını alan kişiler başka hiçbir şeyden haz almazlar diye düşünürüm hep."
"Herkes elinden geleni, kalbinden geçeni yazar."