Şükrü Erbaş Pervane
20:35:00Şükrü Erbaş ile tanışma şiir kitabımla karşınızdayım. 2015 yılında "Dağlarca Şiir Ödülünü" alan bu kitap bende merak uyandırdı ve kitabı okumaya başladım.
Sadece şiir yazmadı, denemeler de “yazmak zorunda kaldı”. Denemelerini “İnsanın Acısını İnsan Alır” (1995) ve “Bir Gün Ölümden Önce” (1999) adlı kitaplarında topladı. Bununla ilgili bir röportajında diyor ki Şükrü Erbaş: “Ben düzyazıdan hep uzak durmaya çalıştım. Sanki şiire kuma getiriyormuşum gibi bir garip duyguyla uzak durdum.”
Erbaş “beş duyunun algı alanına giren her şeyin, insanı nakış nakış oluşturduğuna” inanıyor. En önemlisi de kurduğu “duygusal özdeşlikle” zihnimizin en hassas yerlerine dokunuyor.
Onun için şiir, “insanın var oluş hallerinden birisi” oldu hep.
Divan Edebiyatında önemli imgelerden biridir Pervane..
Mum bir ışık yayar, bu ışık aşkın aydınlatılması manasına gelir. Bir şairin dediği gibi aşk ateşi önce maşuku sonra aşıkı yakar. Mum sevilendir ve etrafındaki pervane ona aşık olan kişidir. Aşkın oluşması bir bakışla yani tek bir kıvılcımla olur; işte bu kıvılcım mumun üzerindeki ateşi yakar. Daha sonra pervanenin mum etrafında dönüş süreci başlar. Tıpkı pervanenin mum ışığına giderek yakınlaşmak istemesi gibi aşık da tutkunu olduğu sevgiliye giderek daha çok yakınlaşmak ister...Ta ki mumun alevine dokunup kanadını yakıncaya kadar. Mum bu esnada kovalandıkça yakalanmak isteyen bir sevgili gibidir. Aşk, sevgili merkezli bir dönüşten ibarettir. Ne yapsanız, ne etseniz, ne okusanız ne yazsanız; yolunuz hep sevgiliye çıkar. Mumun alevinden etkilenip ona ilk dokunuşu yapan pervanenin yanan kanadı, azap içindedir. Azabın anlamı “acı, elem, ıstırap”dır ve bir diğer anlamı da “lezzet”tir. Aşığın tattığı bu acı, bir zaman sonra onun tabi hali olmaya başlar. Öyle bir nokta gelir ki pervane metaforundaki aşık, mumun alevinden aldığı şevkle iki kanadıyla ateşe sarılmak ister ve tamamıyla yanar. Bu benzetme, aşığın sevgili huzurunda can vermesi ile özdeşleşir; ve mumun bundan hiç haberi yoktur. Kaldı ki aşk, sevgili için olmaktır. Divan şairleri, “sevgili için can taşıyan aşıktır; canı için sevgili arayan ise menfaatperesttir” der.
Şükrü Erbaş, bu kitabında divan edebiyatının etkisiyle aşkın ıstırabının lezzetinden bahseder. Aslında aşk, sevdiğine kendini vermektir. ne kadar acı çekersen hayatı o kadar yaşadığını düşünür.
Pervane'nin kanatlarıyla hayatı yaşamak...
Hayattaki olayları; aşk, doğum, hayal, doğa, hüzün, hayal kırıklığı, umut, mutluluk gibi duygularla anlatarak insanın kendisini sorgulamasını sağladı.
Şükrü Erbaş “sanat”ın anlamını-daha çok şiirle- dünyayı yorumlamak, topluma
yön vermek, söylenmemiş olanı söylemek, kaosu biçimlendirmek ve her insanın yine
insanı kendi merkezine oturtmasıyla varlığını keşfetmek olarak görür. Şair, şiire;
yazar esere uzak olmamalıdır, kısaca kalem metne değmelidir: Yazar, okur, eser. Bu
üçlü bir denklemdir. Bu üçünün arasında, gerçekliğin köpüklü bir su gibi aktığı dil
bağı olmadan şiirden söz edilebilir mi? Bu üç altın halka olmadan şiir var olamaz.
Ona göre şiir yazılmıştır, şair
sözünü söylemiştir ve okuyanlar kendileri bir anlam çıkarmalıdır.
Sevgi açlığı, bilgi arayışı ve insanlığın acılarına yönelik dayanılmaz bir merhamet.
Aşk ve bilgi göklere yükseltti; ama merhamet beni her seferinde çekip yere indirdi.
İşte hayatım böyle geçti, yaşanmaya değer bulduğum…
Yaprakların dua ettiği saatler
Rüyaların dünyaya değdiği saatler
Ayrılığın kirpiklere geldiği saatler
Arzunun vazgeçişle tutuştuğu saatler
Sokakların odalarda göllendiği saatler
Taşların uykulara boyandığı saatler…
Ormanlardan masal almış bir uzun yol
Kuyuların dünya hevesi gövdemde
Alnımda karakalem bir gelecek resmi
Ağzım kanatları kesik şarkılar
İki bulanık zamandan bir tenha atlas
Gözyaşı mumlarından bir otel odası
Kumların çiçek açtığı deniz bahçeleri..
Nerdesiniz ey zamandan büyük zamanlar
Siliniyor bir bir belleğin harfleri
Bir unutma masalıymış dünya denilen avaz
Başka beden buluyor sonsuzluk kendine.
Sevgilim, söz evim, gamzeli sabahım,
Yağmurlarla, böceklerle, ağaç kökleriyle
Yürüyeceğim canının yapraklarına
Yürüsün diye dünyaya güzelliğin bir daha
Belki son bir çınlama soğumuş eteklerinde.
Zamanın evi, dünyanın elifi
Kaç kere söyledim bunu sana:
İnsan yaşıyorken sever kendini
İnsan yaşıyorken öldürür*
Ne de okul kıyafetinde kaybolmuş bir çocuk
Harflerin yalnızlığı gecenin yalnızlığından büyük
Asfaltın kıyısında yoksul bacalardan bir hayat elifi
Bahçelerin uykusundan sürmeli gözler
Ne evden ayrılmak, ne yapraklı soğuk ince bedende
Değildi canıma yürüyen zaman acısı
Anne hırkasını çocuğa giydiriyordu…
Budur güzelliğin koygun gölgesi
Beni severken yalnız beni sevmiyorsun sen…"
Başta sevda kalpte nar olmayınca’
Karac’oğlan
Sesler içinde
Gökyüzü duası
Hayal bahçesin
Rüzgârlı arzular
Köpüklü gamzesin
Taşlar gökkuşağı
El çırpan güneşsin
Şıralı topuklara
Al yeşil pervanesin
bir gövde büyüsü
Tanrının soluğusun
Gönül solar aşk tozlanır
Bir sırsız aynasın
Hangi tenhaya varırsan var
Canımın tomurcuğusun
Doğurdun beni
Ölümle mühürlü dünyasın."
Paul Celan
Ağaçlar yapraklarından utanıyor.
Köpekler tabutların ardında ikinci bir tabut.
Evler duasını tanrısına teslim etti.
Taşa dönmüş bir merhamet çıkıyor sabaha.
Baba bulutlara çekilmiş yağmur
Ölüm gövdeden haysiyete geçiyor.
Herkesi boşluğun darağacına çekiyor.
‘Hece taşları’nda ılgım ılgım susuyor.
Bütün secdelerden kaldırıyor başını:
Ölende mi soluk alıyorsun öldürende mi?
Acının gözeneklerinden geçiriyordum seni."
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.
Cemal SÜREYA"
"Tanrının Harfleri
“Nereye bakarsam bakayım
Sen uzaklaşıyorsun.”
On dört yıldır unutuyorum
On dört yıldır sürüyor incinme.
Saat pişmanlıkta durdu
Bir boğuk su topuklarda arzu.
Mil çekilmiş harfler
Kalabalık cümleler kuruyor.
Odalar odalar odalar
Birbirine giriyor birbirinden çıkıyor
Sonra sokaklarda dik kafalı bir yalnızlık
Dönüp yine odalarda kederleniyor.
İnsan yoruluyor sevgilim
Yaralı bir zamanla kendini sevmekten.
Mum ve pervane. Heves ve hayıf.
Bir gün evler de bitiyor.
Senin kâküllerin, benim harflerim
O da bir çınlama geçti neyleyim.*
Bir sarı zaman Hayal Hanım
Nereye bakarsa orada kalıyor.
Sonsuzluk kemiklerde ıslık çalıyor
İki çocuk başlıyor birbirini sevmeye."
"Büyü
Denizden kadınlar çekiliyor.
Yeni öğreniyor bir adam.
Diz kapaklarında bir kızın.
Bir avuç kumla yatağa giriyor.
Gölgeler karıncalar içinde.
Kadınlar denize doğuyor."
"Baş Dönmesi
ateşi hatırla, dedi.
ağzı bir kül ocağı ağzımda.
sonra o balmumu yalnızlık yeniden
tanrı soluğundan uzak.
uzun sevda sözlerinden acı
kuş kanadı bir ayrılık
uçar hala kalbimden soğumuş bir zamana
2.
hatıranın yaraları, dedi.
hayal gücünün yaraları, dedim.
kalbimizde dünyanın bütün karıncaları
tenimizde pul pul gülümseyen bir sarı zaman
ağlamadan konuştuk ilk kez.
3.
kavaklardan palmiyelere
pıtraklı bir ömür
geri çekilerek yaşar hala.
taşra diyordun ya...
4.
ben yola aşığım
çünkü üstünde tanıştık*
ayrılıktan sonra da
süren yola...
*nagat el saghira / ana baashaq el bahr şarkısı
5.
parmağının ucunda
mavi bir rüya
köpükten bir zaman
yavruağzı bir gövde
deniz değil
bozkır masalı
zeytin masalı
turna masalı
üzüm masalı
çocukluk ey
ölümle bitecek gökyüzü.
6.
bademler, onbiraylar, frenk incirleri
ışığın baş dönmesi
ölümden başka bir şeyin konuşulmadığı
kötü bir yaz
yaşıyoruz sedir ağacının gölgesine tutunarak.
7.
yemenisini çözdü --serinlik biraz--
saçlarının ucunda geceden kalma yıldızlar
--yalnızlık kadar--
terini sildi. domatesler, biberler, mısırlar
onlarca güneş gövdesinde
dudakları hazdan acıya boyanıyor.
ev küçük. adam hayal. çocuk damla.
üç zamanlı bir kilit bütün kapılarda.
8.
uzun bir çınlama
boğuk bir çınlama
karlı bir çınlama...
çamlığın başında söylenirdi:
üç gün akıllıysam beş gün deliyim*
şimdi herkes unuta unuta
yüz bin yalnızlıkla bir kalabalık büyüttü
döner durur dünya diye plastik çarşıları...
*yozgat sürmelisi
9.
uyandım ve pencereye koştum
ter içinde bir arzu
yaprakların gümüşü
uyku damlası serçeler
yıldız böceklerinin uğultusu
iç geçiren sarısabırlar
bahçelerden bir gökyüzü...
hayatın ve ölümün sahibi
bir daha doğurdun beni
kasıklarının gamzeli sularından...
10.
sağır bile karşılıklı konuşur*
ey tek heceli uğultu
saygı sularını geçtin çoktan
ne işin olur çok kapılı sözlerle.
*h. michaux
11.
bütün kıyılar geldi yerine, kediler, serçeler
nar kızardı, dağ gülümsedi, zeytinler indi çarşıya
kirpiğin kaşına değsin artık bunaldı sarnıçta su.
12.
kadın bütün mezarlardan evlerden göklerden taşıyor
dünyanın bütün yoksullarından bir ölüm alayı sokak
iki kanadında iki kurşun, turnası bakkaldan dönüyor.
ölüm bir gün seni de, ölüm bir gün, şahdamarından--
--tüm gücünün doruğunda, tanrıdan mağrur--
çocuğunla vurmasın yine de, çocuğunla vurmasın...
13.
gelin görün, caddeler kan revan
gelin görün, caddeler kan revan*
yetmiyor ölüm acısı yoksul hayatlara
çocuk tabutlarından madalya dağıtıyor devlet polise.
*pablo neruda
14.
anladım, benimle bir daha ölecek babam
sonra be çocuğumla bir daha öleceğim
sonra hiç gelmemişe döneceğim.
15.
akşam --diyor--
küçük ölüm, beyim.
uyku gölleniyor yüzünde.
beydağları'nın başında
bir puhu bir çakalla
akşamı söyleşiyor.
16.
ay ışığı, kirpik kandili, ishak avazı
ayrılığın ulaştı yoksul bahçemize.
şimdi penceremiz boyasız bir gökyüzü
yapraklarda çiğ tanelerinin kırık boncukları
fitili yanmış bir gece avuçlarımızda
uzanıyoruz sessizce üzgün hikayemize:
sabah oldu sabah oldu cigaram yanmaz oldu
cigaramın dumanından gözlerim görmez oldu*
*kızılcahamam türküsü
17.
gözyaşı lekeli bir yemeniyi çıkardı sandıktan
üç kez öpüp koydu başına. bahçeye çıktı.
incitmeden açtı katlarını. parmakları bir eski ayin
iğde kokularına serdi saygıyla...
sonra güneşler çekildi, uzaklaşan seslerle geldi akşam
yalnızlık fotoğraflardan sessizce yastığına indi.
otuz dört yıl geride kalmış bir yemeniyi uyuyacak kadın.
18.
"çığlığı yansıtmayan tek bir dize var mıdır?"*
"ve biz bulutlara gömdük çocuklarımızı
ve biz çocuklarımızın kirpiklerine astık babalarını
ve biz öldürenden hayatımızı bağışlamasını bekledik
ve biz katilimizle geleceğe şarkılar söyledik
ve biz yoksulluğun acısından sessizce uzaklaştık
ve biz kadınlarımızı arzularından tavanlara astık
var mıdır gerçekten tek bir dize
insanın haysiyetinden doğmamış olsun…"
*louis aragon
19.
şemi pervaneyi yandırdığı için yanmadadır
ciğeri dağlanır elbet ciğeri dağlayanın.*
celal güzelses
20.
bir gönül üşümesi bu
ısınmak için eğildiğin ocak külüyle boğuyor seni.
21.
merhametine sığındım sabah başladı
akşamın sorularını iyileştirecek sabah başladı
herkesin uykular boyu gittiği sabah başladı
bir ilk dokunuş hazzıyla ürperen sabah başladı
taşların kadife atlaslarda iç geçirdiği sabah başladı
göğsümdeki gözyaşı kurusunun uyandığı sabah başladı
rüyanın bağışa döndüğü sabah başladı
eğer sesler annesi, harfler sureti
bir dünya şarkısıyım ben ağzında harelenen."
"KAPILAR BİZDEN ÖNCE
az ya da çok bir öfke geride bırakılır / Kafka
Sır kapısı. Kader kapısı. Ruh kapısı.
Eski hayatlardan bir yorgun hatıra
Yeni hayatlardan bir kanat heves
Odalarla sokakların bıçak ağzı
Giderek yüzümüze benzeyen yüzü hayatın
Dünyaya açılan alın yazımız
Erkeklerin bulutlara değen kaşları
Kızların kilitlere düğümlü kirpikleri
O gözyaşı mihrabımız
Duasını yalnız bizim duyduğumuz
Güneş geçirmeyen korku
Çatıların koltuk değneği
Yıldızlarla soluk alan yalnızlığımız
Rüyaların çifte sürgüsü
Açılır seviniriz, kapanır seviniriz.
Çatık kaşımız. Aralık ağzımız
Gölgeli yüzümüz.
Bir nazlı kâğıda:
“Yanlış bir kapıyım ben
Önünde yanılmış bir çocuğun durduğu.”*
Tüter hâlâ canımın ocağında arzusu
Bir kanadı gökyüzüne uzanır
Bir kanadı kapanır gövdeme simsiyah…"
0 yorum