Nazım Hikmet 835 Satır

12:43:00

Nazım Hikmet.. Benim için usta şairlerden biridir. Yazdığı şiirlerle insanı oradan oraya götüren, yaptığı betimlemelerle yazdığı yerde olmamı sağlayan devrimci aşk şairi. Bize anlatılan onun komünist olduğu idamdan ve hapis cezalarından kaçmak için Rusya'ya giden ve memleket özlemiyle orada ölen biridir. Onu anlamak için şiirlerini okumamız gerektiğini düşünüyorum. Onunla yaşamak için onu hissetmemiz gerektir. Nazım Hikmet şiirlerini serbest ölçüyle yazmıştır. Bunu nedeni fütürizmdir. Makineleşmenin olması gerektiğini, toplumun kendini geliştirmesini, insanların birlik içinde olması gerektiğini savunur. Aşk şairidir de aynı zamanda. Hayatına giren kadınlar için yazdığı şiirleriyle de tanınır. Özellikle Piraye'ye Mektuplarda bu Mavi Gözlü Dev'in duygularını en içten şekilde okuyoruz. (Ben de en kısa zamanda okuyacağım.) Şu anda mezarı Moskova'da bulunuyor. Nazım Hikmet'in ilk kitabı olan 835 Satır'da onun düşüncelerini, neler istediğini kendi ağızıyla bize anlatıyor.

Güneşi İçenlerin Türküsü
Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
                         kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
                                      esmer alınlarında
                          bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
                     güneşe giden
                                        köprüden
                                               geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
...
Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
                düşen
                        ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
 
Salkımsöğüt
...
Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat! 
Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
                     renkler silindi.
Siyah örtüler indi
                    mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
                        sarı saçlarının
                                          üzerine! 

Ağlama salkımsöğüt,
                            ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
                                                 el bağlama!
                                                            ağlama!
GÖVDEMDEKİ KURT 
 Sen 
benim 
minare boyunda çam gövdeme, yumuşak 
beyaz 
bir kurt gibi girdin, 
kemirdin! 
Ben
barsaklarında solucan Makdonaldı besleyen
İngiliz amelesi gibi taşıyorum
                                        seni içimde!

Biliyorum
          kabahat kimde!

Ey ruhu lordlar kamarası kadın!
Ey uzun entarili tüysüz Puankare!
Karşımda:
demirleri kıpkızıl
                  bir şimendifer ocağı gibi yanmak
senin en basit hünerin;
yine en basit hünerin senin
buzun üstünde bir paten gibi kıvranmak!

Soğuk!
Sıcak!
Kaltak!
dur!
Yumuşak
          beyaz
                kıvrılışlarınla
                               beynime giriyorsun
                                                      kemiriyorsun!
Oraya giremezsin!
Onu kemiremezsin!

Yumuşak
beyaz
kıvrılışlarıyla
beynime giren kurdu
çürük bir diş çeker gibi söktüm!
Epeyce ter döktüm!
Bu sonuncuydu
                 bir daha olmayacak!

Yanardağ

Kesildi yanardağın şahdamarı! 
Kara toprak altındaki ağlamaları: 
fışkırıyor haykıran kan 
rüzgârı şeklinde! 

İsyanı dinleyiniz yanardağın ağzından! 

Boğazından: 
güneşleri kırmızı balonlar gibi fırlatıyor dumanlara! 
Bir alev su halini vermiş ummanlara: 
yanardağın yanan gönül kızıllığı! ... 

Varsın otursun, isteyenler dört duvardan evinde! 
Kartal kayalardan seyredelim biz 
kanayan gönüllerin 
göke vuran rengini! 

Etimizi saran yünü parçalayarak çırılçıplak 
Yıkanalım çelik çubuklar gibi yanardağın alevinde 
Yıkanalım! 
Yanalım


San'at Telakkisi
Bazan ben de gönül ahlarımı
çekerim birer birer
kan kırmızı yakut bir tesbih gibi,
ve bu kızıl pırıltılı tesbihin ipi
sırma saç tellerindendir…
Fakat benim
şiirime ilham veren perimin
omuzlarında açılan kanat:
asma köprülerimin
demir putrellerindendir! ..
Dinlenir, dinlenmez değil
bülbülün güle karşı feryatları…
Fakat asıl benim anladığım dil:
Bakır, demir, tahta, kemik ve kirişlerle çalınan
Bethovenin sonatları…
Sen istediğin kadar
tozu dumana katar
sürebilirsin atını! ..
Ben değişmem
en halüsüddem     arap atına;
saatte 110 kilometrelik sür`atini
demir raylarda koşan
demir beygirimin.
Berkley
....
Felsefeden tüten günlük kokusu
                                        başımızı döndürmek içindir.
                            Hayat kavgasında bizi
                                        dizüstü süründürmek içindir!

Her kelimen
                 kelepçelerken
                                       bileklerimizi,
kıvrılan
           bir yılan
                gibi satırların
                            sokmak istiyor yüreklerimizi.
...

neş'e ... iyi şeydir vesselam,
                                         — baş döndürmezse eğer —
ve işte bizimkiler
                     güldüler mi,
                                    ağız dolusu gülüyorlar.
Kabahat onların kuvvetinde:
                                           yoksa ne sende
                                                                 ne de bende!

Dinle Berkley!
— dinlemesen de olur —
Biz dinleyelim:
Beynimiz bal yoğuran
                          bir kovan.
Ona balı dolduran
                         arıdır hayat.
Aldığımız hislerin
                            sonsuz derin
                                      pınarıdır kâinat!
Kâinat geniş
                   kâinat derin
                         kâinat uçsuz bucaksız!
Biz onun parçaları,
      biz ondan doğan bir sürü bacaksız!
Biz o bacaksızların
    — anasını inkâr etmeyen cinsi —
Çünkü biz
     emredenlere emir verenlerden değiliz! 

HASRET
Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

YÜRÜYEN ADAM
Alnı yukarda
kırmızı boyun atkısı rüzgârda,
                                                        yürüyor.
Yürüyor adım adım
Yürüyor ağır ağır
                                     yürüyor...

Rüzgâr deniz gibi köpürüyor
esiyor deniz rüzgâr gibi.
Akıyor iki yandan ışıklar
                                  düşen yıldızlar gibi.

Sesler geliyor derinden
                 kalbin uzak sahillerinden:
-Nereye gidiyorsun yavrum benim nereye?
Dön sevgilim,
             dön kardeşim,
                           dön evimin erkeği, dön geriye..

Yürüyor o
            ıslıkla kızgın bir ölüm marşı çalarak.
Yürüyor o
            gövdesi bir gemi gibi yükselerek, alçalarak.

Yürüyor adım adım
Yürüyor ağır ağır
                       yürüyor...

Kimbilir
          belki bir daha sokmıyacak parmaklarını
                    dizi dibinde dikiş diken kardeşinin
                                                                         sarı saçlarına,
ve belki bir daha altında yatıp
               güneşe giden yeşil bir yola bakar gibi
                                      bakmıyacak
                                      gürgen saçlarına..

Yürüyor o, yürüyor.
Açık geniş adımlarla arşınlıyor yolları.
Ağır iki balyoz gibi sallanıyor kolları.
Kıllı göğsü bir kalkan gibi kabarık..

İşitmiyor artık
hep ayni tahta masanın başında akşamlıyan
                      hasta topal dostların
     kalbe karanfil ruhu gibi damlıyan
                                                            sözlerini
Çıplak
iki bıçak
           gibi çekmiş yüzünde gözlerini
                        yürüyor, düşmana doğru.
YÜRÜYOR ADIM ADIM
YÜRÜYOR AĞIR AĞIR
YÜRÜYOR...

Kerem Gibi
Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
        bağır
                bağır
                        bağırıyorum.
Koşun
         kurşun
                erit-
                    -meğe
                            çağırıyorum...

O diyor ki bana:
— Sen kendi sesinle kül olursun ey!
                                                Kerem
                                                     gibi
                                                          yana
                                                                yana...

«Deeeert
             çok,
                 hemdert
                         yok»
Yürek-
        -lerin
kulak-
        -ları
              sağır...
Hava kurşun gibi ağır...

Ben diyorum ki ona:
— Kül olayım
                   Kerem
                        gibi
                              yana
                                    yana.
Ben yanmasam
                  sen yanmasan
                             biz yanmasak,
                             nasıl
                                   çıkar
                                          karan-
                                                  -lıklar
                                                      aydın-
                                                              -lığa..

Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
        bağır
                bağır
                        bağırıyorum.
Koşun
         kurşun
                 erit-
                     -meğe
                             çağırıyorum.....
 

NİKBİNLİK
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
                göre-
                      -ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
                          süre-
                                -ceğiz...
Açtık mıydı hele bir
                            son vitesi,
adedi devir.
         Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
                                  ne harikûlâdedir
             160 kilometre giderken öpüşmesi...

Hani şimdi bize
cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
             yalnız cumaları
                      yalnız pazarları..
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
                    ışıklı caddelerde mağazaları,
hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
     Cevap:
            açılır kara kaplı kitap:
                                              zindan..
Kayış kapar kolumuzu
                              kırılan kemik
                                                   kan.
Hani şimdi bizim soframıza
                                 haftada bir et gelir.
Ve
çocuklarımız işten eve
                            sapsarı iskelet gelir..
Hani şimdi biz..
İnanın:
        güzel günler göreceğiz çocuklar
        güneşli günler
                            göre-
                                  -ceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
                          süre-
                               -ceğiz.....
 

ŞÜPHE
...
Şüphe,
Çıplak ayaklı bir gece gibi ilerliyor içimde
Ve yarın
Yıldızlar, üflenen mumlar gibi 
                        birer birer sönünce
Gece içimde çırılçıplak
                       simsiyah görününce
Yeniden doğacağım
     
                                                                       


 

                                                                          

You Might Also Like

0 yorum