Sizleri Birinci Dünya Savaşı sonrası Amerika'ya doğru bir yolculuğa çıkaracağım. Baştan uyarayım, bu yolculukta o çoğu kişinin hayallerini süsleyen bir Amerikan Rüyası yok. O şatafatlı, lüks içinde yaşayan insanlar uzakta bir resim gibi duruyor. Uzaktan bakmak serbest ama içine girmek hayallerin bir parçası sadece. Hayaller kurarak bir gün o rüyanın gerçekleşeceğine inanan Clyde Griffiths'in hayatına konuk olmaya hazır mısınız?
Amerika'nın bir sokağında vaaz vererek insanları dinin gücüne çekmeye çalışan aşırı dindar bir aile karşılıyor bizi. İlahilerin havada uçuştuğu bu sokakta en dikkat çeken durum ise bu altı kişilik aile. Silik görünüşlü bu aile İsa'nın sevgisini kendilerini adayarak sokakta yürürken insanların kendilerine baktığı hisseden anne baba amaçlarına ulaşmanın verdiği mutlulukla ilahiye devam ederler. Ancak ailenin en büyük oğlu bu işi isteyerek yapmıyordur. Kafasında sormak istediği onca soru ve çelişki ile ailesinin yanında yürüyen bu kişi ana karakterimiz Clyde Griffiths'ten başkası değildir.
""En büyük oğlanın hiç gönlü yok bu işte. Yadırgıyor bu durumu. Besbelli. O yaşta çocuğu istemeye istemeye bu işe sürüklemek doğru değil. Daha söylenenleri bile anlayamıyor. "
Bunu söyleyen kırk yaşlarında bir sokak serserisiydi. Bir kentin yüreği sayabileceğimiz bu ticaret semtinin sokaklarında oyalanan o işsiz güçsüz, aylak gariplerden biri; yanında duran, dost bakışlı bir yabancıya söyledi bunu.
Öbürü çocuğun kafasıyla yüzünün ilginç ifadesini inceleyerek "Evet öyle," diye yanıtladı.
Çocuğun başını her kaldırışta utanmış ve tedirgin bakışlarını görenler, daha olgun yaşların ruh yapısına uygun düşen dinsel ve ruhsal uğraşıları henüz kavrayamayacak kadar körpe bir ruha, hem de böyle ele güne karşı, zorla benimsetmenin biraz taş yüreklilik olduğu kadar boşa bir çaba olduğunu algılayabilirlerdi.
Ne yapalım ki durum böyleydi."
Clyde Griffiths bu vaatleri düşünürken ruhunun sıkıldığını ve zengin olmanın hayallerini kuruyor. Paraya para demeyecek mutluluk parayla gelecek.Tabi onu kuşatan fazla kibri de eklemem gerekiyor. Mesela okuyarak çalışmak ona göre değil. Zaman kaybı onun için. Zaten ailesi onu okula da yollamamış, tıpkı diğer çocuklarını yollamadıkları gibi. O da çözümü bir otelde bellboy olarak çalışmaya başlayarak buluyor. Bu sayede hem para kazanacak hem de ailesi ile daha az vakit geçirecek.
Tabi bu otelde bellboy olarak çalışması ile hiç bilmediği -ailesinin ona günah olarak öğrettiği- içkilerin tadına bakacak ve kızların cazibesine takılacak. Bu ortamlara girmeden önce ailesinin ona verdiği dini eğitim kafasının içine girerek onu ikilemde bıraksa da o Amerika'nın şaşasına kendini bırakmayı seçecektir. Peki ya Clyde'in hayatında neler olacak?
Karakterlerin iç dünyasını yazar kendine has sade bir dille anlatmış. Freud'un fikirlerinden etkilenen yazar, karakterlerinin psikolojisine de önem vererek bir davranışı neden yaptığını okuyucuya sunuyor.
Ayrıca natüralizm ile gerçeklerin o Amerikan Trajedisinin bütün sırlarını okuyucuya göstererek dönemi ve kişileri eleştiriyor. Yaptığı betimlemeler sayesinde kendinizi o dünyanın içinde hissederek merakla kitabı okuyorsunuz. Sayfaları çevirirken olayların akışını merak ederek kitabı okuyacağınıza eminim.
Bir Amerikan Trajedisi sizi bekliyor. Mutlaka okumalısınız.