Bazı eserler bizi hayatın bir noktasına doğru götürüp sonra da gerçeği yüzümüze gülerek çarpar ve bizi afallatır. İşte bu eserdeki öyküler de bu şekilde etki uyandırdı ben de.
Öykülerin sonunu okurken bazılarında güldüm (özellikle Pul Biber Yangını öyküsünde) bazılarında ise yazarın sizi bir anda sonu ile şaşırtması ile kendimi öykülerdeki olayları izleyen bir seyirci gibi hissettim. Yazarın yazdığı öyküleri okurken öykünün yaşandığı yere, zamana doğru yolculuğa çıkıyor okuyucu.
Yazar, öykülerini anlatırken argo kelimelerden yaralanmış ancak bu argo kelimeler sanki öykülerin içinde barınması gereken bir öğe gibi hissettirmiş yazar. Onlar olmasa öykülerinde bir eksiklik olacağını hissettirmek istemiş. Yaşanmışlık hissini, günlük hayatta yaşanacak her şeyin içinde olmasını istemiş.
Kitabın içerisinde on öykü bulunmaktadır. Yazarın gözlem gücünün fazla olması sayesinde günlük hayatta yaşanan ancak bazen bu gerçekleri görmezlikten gelindiğini fark edip onların üzerinde yoğunlaşmıştır. ilk kitabı olmasına rağmen okuyucuyu sıkmadan onları gerçek dünyanın kapısını aralamıştır. Öykü okumayı seviyorsanız size bu kitabı öneririm.
Gelelim on öyküyü ayrıntılı olarak incelemeye;
İlk öykü Pul Biber Yangını'dır. Erkek karakter, kadın ile ilk buluşmaya gittiğinde yaşadıklarını ve yaşadıklarından sonra hayatındaki değişikliği anlatır. İlk buluşma onun beklediği şekilde gerçekleşmemiştir. Erkek karakter ilk buluşmada yaşanan her olayı futbol maçı sunar gibi yaşar. Daha doğrusu kadın ile futbol oynayarak yaşar ilk buluşmasını.Kadın karakterin en sevdiğim özelliği tüm canlıları düşünen biri olması. İlk buluşmanın sonunda yaşananlar erkek karaktere ağır gelmişti. Tabi Küçük Prens'e de..
””Bak,”dedi, konuşmak anlaşmak demek değildir, önce bu konuda bir anlaşalım.”
”O zaman şu konuda bir anlaşalım: Formaliteleri bırakıyoruz. ‘Kimsin necisin’ filan, bunlar eski laflar. Kimse kimsenin ne olduğuna bakmaz gerçekte. Herkes kafasındaki ilişkiyi yaşar. Bu ön kabulde fayda var, ikimiz için de.”
” Bazen hayatım aptalca kurgulanmış bir hikaye gibi geliyor bana. Kendime tahammül edemiyorum böyle zamanlarda...”
”İnsanlar ikiye ayrılıyor bence, dedi, Gerçektekiler ve hikayedekiler. Sen gerçeksin. Ben değilim. Bir roman kahramanı gibi düşün beni, olur mu?”
İkinci öykü Yuğ'dur. Özgür bir sabah telefona gelen sesli mesajla dedesini kaybettiğini öğrenir. Son görevini yapmak için memleketine yıllar sonra gider. Yıllar sonra giden birinin yabancılaşmasını, Özgür'ün anılarını sorgulamasını anlatıyor.
Üçüncü öykü Kaşif'tir. İşletme fakültesinden diplomasını aldıktan sonra hayali olan Avrupa gezisi için para biriktirmesi gerekir. Ancak babası Bodrum'a dönmesini ve restaurantı işletmesi gerektiğini söyler. Ancak Ata Kemal'in hayatında neler olacaktır? Hayat, bazen beklenmeyen sürprizler getirir. Tıpkı Ata Kemal'e getirdiği gibi.
"Hayatın, ipliği kopmuş tespih boncukları gibi avuçlarıma sığmayıp taştığını, dört yana yayılıp kainatı kuşattığını hissedebiliyordum.."
Dördüncü öykü Yara'dır. İstanbul'un yeni yeni ünlenen eskiden sadece mahallelinin olduğu ama artık ünlülerin de bulunduğu bu semtin kahvehanecisinin öyküsünü okuyoruz. Yaşanan olayları karşısındaki kişiye anlatıyor.
Beşinci öykü Solo'dur. Annesinin ölümünden sonra anıları ile baş başa kalan bir kadın ona, ona olan hislerini, düşüncelerini kendi bakış açısıyla yazmaya başlar. Yazmak iyi gelir.
"Hayatın absürtlüğü ölümü daha da katlanılmaz kılar." gibi bir şeydi, Sartre galiba. Anılar bir anda parlayıp sönen yıldızlar kadar kısa, anlık görüntüler oluşturmaya başladı zihnimde."
Altıncı öykü Fındıkların Altında'dır. Çocukken ilk kez gittiği memleketi Giresun'daki köylerinde yaşadıkları onun çocukluğunu etkilemiştir. Üstelik fiziksel özelliğinden dolayı (şişman olması) yaşamında yaşanan olaylara zemin hazırlayarak yaşamına yansımasını okuyoruz.
"Bazı insanlar aslında hiç yaşamıyor, yalnızca var oluyor. Bu ağır bir şey.."
Yedinci öykü Emine'nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler'dir. Emine'nin babasının işten istifa ettiği gün Emine'nin öğretmeninden bir kağıt gelir. Kağıtta Emine'nin resim yapma yeteneğinden bahseder ve geliştirilmesi için ailesinden destek olması gerektiği yazar. Tam da işsiz kaldığı gün. Ancak evladı için biricik kızı için her şeyi yapmaya hazırdır.
Sekizinci öykü Milenyum'a Girince Uyandı Babaannem'dır. Babasının ona hiçbir şey demeden babaannesinin evine götürmesiyle başlıyor hikaye.
Dokuzuncu öykü Saliha'dır. Türkiye'de malesef bekar bir anneysen üstelik 4 çocuğun varsa yaşananların anlatıldığı bir hikaye.
Onuncu öykü Mahalle'dir. Akşam olunca mahallede bulunan evlerde yaşanan olayları iç içe harmanlanmış bir şekilde gerçek yüzleriyle okuyucuya anlatır.
Öykülerin sonunu okurken bazılarında güldüm (özellikle Pul Biber Yangını öyküsünde) bazılarında ise yazarın sizi bir anda sonu ile şaşırtması ile kendimi öykülerdeki olayları izleyen bir seyirci gibi hissettim. Yazarın yazdığı öyküleri okurken öykünün yaşandığı yere, zamana doğru yolculuğa çıkıyor okuyucu.
Yazar, öykülerini anlatırken argo kelimelerden yaralanmış ancak bu argo kelimeler sanki öykülerin içinde barınması gereken bir öğe gibi hissettirmiş yazar. Onlar olmasa öykülerinde bir eksiklik olacağını hissettirmek istemiş. Yaşanmışlık hissini, günlük hayatta yaşanacak her şeyin içinde olmasını istemiş.
Kitabın içerisinde on öykü bulunmaktadır. Yazarın gözlem gücünün fazla olması sayesinde günlük hayatta yaşanan ancak bazen bu gerçekleri görmezlikten gelindiğini fark edip onların üzerinde yoğunlaşmıştır. ilk kitabı olmasına rağmen okuyucuyu sıkmadan onları gerçek dünyanın kapısını aralamıştır. Öykü okumayı seviyorsanız size bu kitabı öneririm.
Gelelim on öyküyü ayrıntılı olarak incelemeye;
İlk öykü Pul Biber Yangını'dır. Erkek karakter, kadın ile ilk buluşmaya gittiğinde yaşadıklarını ve yaşadıklarından sonra hayatındaki değişikliği anlatır. İlk buluşma onun beklediği şekilde gerçekleşmemiştir. Erkek karakter ilk buluşmada yaşanan her olayı futbol maçı sunar gibi yaşar. Daha doğrusu kadın ile futbol oynayarak yaşar ilk buluşmasını.Kadın karakterin en sevdiğim özelliği tüm canlıları düşünen biri olması. İlk buluşmanın sonunda yaşananlar erkek karaktere ağır gelmişti. Tabi Küçük Prens'e de..
””Bak,”dedi, konuşmak anlaşmak demek değildir, önce bu konuda bir anlaşalım.”
”O zaman şu konuda bir anlaşalım: Formaliteleri bırakıyoruz. ‘Kimsin necisin’ filan, bunlar eski laflar. Kimse kimsenin ne olduğuna bakmaz gerçekte. Herkes kafasındaki ilişkiyi yaşar. Bu ön kabulde fayda var, ikimiz için de.”
” Bazen hayatım aptalca kurgulanmış bir hikaye gibi geliyor bana. Kendime tahammül edemiyorum böyle zamanlarda...”
”İnsanlar ikiye ayrılıyor bence, dedi, Gerçektekiler ve hikayedekiler. Sen gerçeksin. Ben değilim. Bir roman kahramanı gibi düşün beni, olur mu?”
İkinci öykü Yuğ'dur. Özgür bir sabah telefona gelen sesli mesajla dedesini kaybettiğini öğrenir. Son görevini yapmak için memleketine yıllar sonra gider. Yıllar sonra giden birinin yabancılaşmasını, Özgür'ün anılarını sorgulamasını anlatıyor.
Üçüncü öykü Kaşif'tir. İşletme fakültesinden diplomasını aldıktan sonra hayali olan Avrupa gezisi için para biriktirmesi gerekir. Ancak babası Bodrum'a dönmesini ve restaurantı işletmesi gerektiğini söyler. Ancak Ata Kemal'in hayatında neler olacaktır? Hayat, bazen beklenmeyen sürprizler getirir. Tıpkı Ata Kemal'e getirdiği gibi.
"Hayatın, ipliği kopmuş tespih boncukları gibi avuçlarıma sığmayıp taştığını, dört yana yayılıp kainatı kuşattığını hissedebiliyordum.."
Dördüncü öykü Yara'dır. İstanbul'un yeni yeni ünlenen eskiden sadece mahallelinin olduğu ama artık ünlülerin de bulunduğu bu semtin kahvehanecisinin öyküsünü okuyoruz. Yaşanan olayları karşısındaki kişiye anlatıyor.
Beşinci öykü Solo'dur. Annesinin ölümünden sonra anıları ile baş başa kalan bir kadın ona, ona olan hislerini, düşüncelerini kendi bakış açısıyla yazmaya başlar. Yazmak iyi gelir.
"Hayatın absürtlüğü ölümü daha da katlanılmaz kılar." gibi bir şeydi, Sartre galiba. Anılar bir anda parlayıp sönen yıldızlar kadar kısa, anlık görüntüler oluşturmaya başladı zihnimde."
Altıncı öykü Fındıkların Altında'dır. Çocukken ilk kez gittiği memleketi Giresun'daki köylerinde yaşadıkları onun çocukluğunu etkilemiştir. Üstelik fiziksel özelliğinden dolayı (şişman olması) yaşamında yaşanan olaylara zemin hazırlayarak yaşamına yansımasını okuyoruz.
"Bazı insanlar aslında hiç yaşamıyor, yalnızca var oluyor. Bu ağır bir şey.."
Yedinci öykü Emine'nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler'dir. Emine'nin babasının işten istifa ettiği gün Emine'nin öğretmeninden bir kağıt gelir. Kağıtta Emine'nin resim yapma yeteneğinden bahseder ve geliştirilmesi için ailesinden destek olması gerektiği yazar. Tam da işsiz kaldığı gün. Ancak evladı için biricik kızı için her şeyi yapmaya hazırdır.
Sekizinci öykü Milenyum'a Girince Uyandı Babaannem'dır. Babasının ona hiçbir şey demeden babaannesinin evine götürmesiyle başlıyor hikaye.
Dokuzuncu öykü Saliha'dır. Türkiye'de malesef bekar bir anneysen üstelik 4 çocuğun varsa yaşananların anlatıldığı bir hikaye.
Onuncu öykü Mahalle'dir. Akşam olunca mahallede bulunan evlerde yaşanan olayları iç içe harmanlanmış bir şekilde gerçek yüzleriyle okuyucuya anlatır.