40 yıldır birlikte olduğu eşi Sylvie'nin vefatından sonra kaleme aldığı, duygularını kağıtlara akıttığı bir eser Dul. Bir nevi iç döküş diyebilirim bu eser için. Uzun yıllar boyunca birlikte olduğu eşinin kaybı, yazarı derinden etkilediği her sayfada kendisini belli ediyor.
"Işıl ışıl Sylvie öldüğünden, sönüp gittiğinden beri ev oldukça karanlık, yarı gölgede yaşıyorum. Ne kadar ampul değiştirsem, ne kadar güçlülerini koysam değişmiyor, sürekli karanlık."
Okuduğum satırlardan anladığım kadarıyla yazar eşinden önce kendisinin öleceğini düşünmüş, bu yüzden de dul kalmak veya dul olmak onun için beklenmedik bir olay. Fakat hayatın cilvesi ondan önce eşi ölüyor ve bu ölüm onun yüreğinde dayanılmaz bir ağırlık oluşmasına neden oluyor.
"Devamlı akan su durduğunda serinliği özlenir, yanan ışık söndüğünde aydınlık özlenir ve insan karısını kaybettiğinde de onu ne kadar çok sevdiğini anlar. Anlayabilmek için en kötüsünün başa gelmesini beklemek ne acı. Neden mutluluğu, ancak çekip giderken çıkardığı sesle tanıyabiliyoruz?"
Eşi ile yaşadığı bazı anıları yazması gerektiğini anladığında ikisinden bahseden bu eseri ayak sesleri duyuldu. Kendisini teselli etmeye çalışırken tek başına olduğunu her uyandığında yeniden anladığı bu satırlar beni etkiledi. Özellikle 40 yıllık bir evlilikten sonraki bazı alışkanlıkların sona erdiğini fark ettiği zamanlar..
Özellikle eşinin yazmış olduğu kitap için her şeyi yapması ona olan sevgisini her an göstermesi içime işledi. Mutluluğun kaybedildikten sonra anlaşıldığını söylerken hatıraların onunla birlikte olduğuna da vurgu yapıyor.