Jules Verne, yazdığı her eserde okuyucularına başka diyarların kapılarını aralayan yazarlardan biri. Bu seferki rotamız ise Cenevre oluyor. Zacharius Ustanın evinde yapacağımız ziyaret ile kibrin bir kişiyi nasıl ele geçirdiğine şahit olacağız.
Eser, ustanın yaşadığı bölgeyi tasvir edilerek başlıyor. Daha sonra ustanın evi ve kimlerle yaşadığı en sonunda da Zacharius Usta anlatılarak öykü devam etmektedir.
Hakiki Saatçilik, Zacharius Ustanın "İcat Maşasını" icat etmesiyle başlar ve ünü İsviçre sınırlarından çıkıp Fransa ve Almanya'ya da yayılır. Bir akşam yemeğinde usta derin düşüncelere dalarak sofradan kalktı ve atölyesine doğru yol aldı. Çünkü satılan saatler durup çalışmamaya başlamış ve müşterileri de saatleri geri iade etmeye başlamıştır. Bu durum da Zacharius Ustanın canını sıkmaya yetmiştir.
"Ölüm bu!" diyordu Zacharius Usta boğuk bir sesle. "Ölüm bu!"... Varlığımı dünyaya dağıttığıma göre yaşayacak ne kadar ömrüm kaldı artık!" Çünkü ben, Zacharius Usta, imal ettiğim bütün bu saatlerin yaratıcısıyım! Bu demir, gümüş ya da altın kutuların her birine ruhumun bir parçasını hapsettim! O lanet olası saatlerden biri ne zaman dursa, kalbimin durduğunu hissediyorum, zira saatleri kalp atışlarına göre ayarladım!"
Kibir, Zacharius Ustanın ruhunu ele geçirdiğinde bu kibrin hayatının bir parçası elinin ustalığının ham maddesi olmaya başlar. Kibri ile ustalığını aynı kefeye koyduğunda ise bilimin gücünü unuttuğunun farkına varamaz. O Zacharius usta olarak yaptığı her saat onun ruhundaki kibirden beslenir ancak bilimin gücü kibri yendiğinde saatlerin ruhu da yok olmaya başlamıştır.
Jules Verne; kibir, din ve bilimi iç içe harmanlayarak yazdığı bu kısa öyküde okuyucularına kibrin insanı getirdiği vahim sonu aktarmak istemiş. Bunu bilimle harmanlayarak da kibrin insanın içindeki düşünceleri etkileyeceğini anlatmak istemiştir. Hatta kibrin insanı ele geçirmesi ile bencilliğin soğuk kokusuna doğru yol alacağını ruhunu ancak kişinin kendi düşünceleri ile yeniden onaracağını dile getirir. Bu kısacık öykünün sizi etkileyeceğine eminim.
"Kibir, iyilik için yaratılmış bir meleği yok etti. İnsanoğlunun kaderinin tosladığı engeldir o. Bütün kötülüklerin anası olan kibre hiçbir mantıkla karşı konulamaz; çünkü kibirli insan, tabiatı gereği, o mantıklı sözlere kulak tıkar..."
"Yaşadığımız bu kahrolası çağda, mutluluk dolu bir güne uyanacağımız ne malum?"
"Kendine bir göz at! İçimizde iki farklı kuvvet olduğunu anlamıyor musun? Ruhun kuvveti ve bedenin kuvveti, yani bir hareket ve düzenleyici. Ruh yaşamın temel unsurudur, dolayısıyla harekettir. Bu hareket ister bir ağırlık, ister bir zemberek, isterse uhrevi bir güç tarafından yerine getirilsin, kalp için de aynı şey geçerlidir. Ama beden olmazsa, bu hareket eşitsiz, düzensiz, imkansız olurdu! Bu yüzden beden ruhu düzenler ve tıpkı sarkaç gibi düzenli salınımlara tabidir."
Eser, ustanın yaşadığı bölgeyi tasvir edilerek başlıyor. Daha sonra ustanın evi ve kimlerle yaşadığı en sonunda da Zacharius Usta anlatılarak öykü devam etmektedir.
Hakiki Saatçilik, Zacharius Ustanın "İcat Maşasını" icat etmesiyle başlar ve ünü İsviçre sınırlarından çıkıp Fransa ve Almanya'ya da yayılır. Bir akşam yemeğinde usta derin düşüncelere dalarak sofradan kalktı ve atölyesine doğru yol aldı. Çünkü satılan saatler durup çalışmamaya başlamış ve müşterileri de saatleri geri iade etmeye başlamıştır. Bu durum da Zacharius Ustanın canını sıkmaya yetmiştir.
"Ölüm bu!" diyordu Zacharius Usta boğuk bir sesle. "Ölüm bu!"... Varlığımı dünyaya dağıttığıma göre yaşayacak ne kadar ömrüm kaldı artık!" Çünkü ben, Zacharius Usta, imal ettiğim bütün bu saatlerin yaratıcısıyım! Bu demir, gümüş ya da altın kutuların her birine ruhumun bir parçasını hapsettim! O lanet olası saatlerden biri ne zaman dursa, kalbimin durduğunu hissediyorum, zira saatleri kalp atışlarına göre ayarladım!"
Kibir, Zacharius Ustanın ruhunu ele geçirdiğinde bu kibrin hayatının bir parçası elinin ustalığının ham maddesi olmaya başlar. Kibri ile ustalığını aynı kefeye koyduğunda ise bilimin gücünü unuttuğunun farkına varamaz. O Zacharius usta olarak yaptığı her saat onun ruhundaki kibirden beslenir ancak bilimin gücü kibri yendiğinde saatlerin ruhu da yok olmaya başlamıştır.
Jules Verne; kibir, din ve bilimi iç içe harmanlayarak yazdığı bu kısa öyküde okuyucularına kibrin insanı getirdiği vahim sonu aktarmak istemiş. Bunu bilimle harmanlayarak da kibrin insanın içindeki düşünceleri etkileyeceğini anlatmak istemiştir. Hatta kibrin insanı ele geçirmesi ile bencilliğin soğuk kokusuna doğru yol alacağını ruhunu ancak kişinin kendi düşünceleri ile yeniden onaracağını dile getirir. Bu kısacık öykünün sizi etkileyeceğine eminim.
"Kibir, iyilik için yaratılmış bir meleği yok etti. İnsanoğlunun kaderinin tosladığı engeldir o. Bütün kötülüklerin anası olan kibre hiçbir mantıkla karşı konulamaz; çünkü kibirli insan, tabiatı gereği, o mantıklı sözlere kulak tıkar..."
"Yaşadığımız bu kahrolası çağda, mutluluk dolu bir güne uyanacağımız ne malum?"
"Kendine bir göz at! İçimizde iki farklı kuvvet olduğunu anlamıyor musun? Ruhun kuvveti ve bedenin kuvveti, yani bir hareket ve düzenleyici. Ruh yaşamın temel unsurudur, dolayısıyla harekettir. Bu hareket ister bir ağırlık, ister bir zemberek, isterse uhrevi bir güç tarafından yerine getirilsin, kalp için de aynı şey geçerlidir. Ama beden olmazsa, bu hareket eşitsiz, düzensiz, imkansız olurdu! Bu yüzden beden ruhu düzenler ve tıpkı sarkaç gibi düzenli salınımlara tabidir."