Susanna Tamaro'nun eserlerinde en çok işlediği konu insanların yaptığı ruhsal yolculuklardır. Ona göre ruhunun kendini iyileştirmesi için insanın kendisini kabul ederek, (eksileriyle ve artılarıyla) dua etmesiyle olur. Her insanın kendisiyle bir yolculuk yaparak kendi köklerine, kendi geçmişine sahip çıkması gerektiğini savunur.
Eve Doğru kitabı 3 bölümden oluşur. İlk bölüm Susanna Tamaro'nun 26 Ağustos 1999'da Rimini Toplantısı'nda yaptığı konuşmadan oluşur. Konuşmanın konusu; gizem, korku, rastlantı kelimelerini insanın içsel yolculuğuna etkisini anlatmaktadır.
"Her şeyin zorla işlenmiş kuramlardan değil, gerçek deneyimlerden kaynaklandığını, yazarla yapılan söyleşide açık yüreklilikle anlattıklarından öğreniyoruz."
"Varoluşun içerisinde büyük bir gizemin bulunduğunu duyumsuyordum. Ve kimsenin bu gizemden haberi olmadığı besbelliydi. Bu gizemi algılıyor olmak beni olağanüstü biçimde kırılgan kılıyordu.
Herhangi bir yaşam biçimini gözlemek beni aracısız, doğrudan yok olmayı algılamaya götürüyordu: anne kedinin böylesine sevgiyle emzirdiği yavrular ölecekler, hiçliğin içinde yok olacaklardı; şu anne kedi de ölecekti, aynı benim annemin de öleceği gibi.
Gelecek, acı tuzaklarla doluydu. Ve bu tuzaklara karşı koymak olanaksızdı.
Ölüm varsa, yaşamın anlamı nedir?
Ve yaşam neden vardır?"
"Anıların bir sonu vardır ve onları, bizleri de hiçliğe çekmeden, yok olmadan yakalamak gerekir."
"Aristoteles, "Felsefenin ilkesi şaşırmaktır," derdi. Ama çağdaş insan artık şaşırmayı beceremiyor ve bu da ortak düşüncenin sıradanlığı ile yüceltilmiş ve kutsallaştırılmış içsel yoksulluğun en büyük işaretidir."
"Her eylem bir tepki doğuruyor ve her tepki yeni bir eyleme neden oluyor. Bu zincirlemede gizeme, sürprize asla yer olmuyor.
Oysa, özgür bir bakış ve zihinle herhangi bir yaşamı tek bir gün incelemek bile, her şeyin bir sürpriz olduğunu ve beklenmedikliğin yaşamın her katmanında sıkça yer aldığını anlamaya yeter.
İzlediğim yolun ikinci aşaması bu oldu: Şaşkınlık. Kitaplarla sınırlandırılmış bilgilerden elde ettiğim yanıtlar bana hiç doyurucu gelmiyordu."
""Işık olsun," der Tekvin. "Ve ışık oldu. Ve Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve ışığı karanlıktan ayırdı."
Elbette güzellik- ve yaşamın öngörülmez oluşu- her zaman gözlerimizin önünde, ama bizler artık onları görme yeteneğimizi yitirdik."
"Pek çok kişi geniş açık alanlar, dağlar ya da denizler karşısında heyecanlanır. Yalnızca böylece kendilerini evrenin soluğuyla özdeşleştirir. Bense hep bunun tersini yaşamışımdır. Bana sonsuzluğun sarhoşluğunu hissettirenler küçük şeyler olmuştur."
"Sözün özü DNA yaşamımızın mührüdür, aşma olasılığımız olan yolların tümü orada kayıtlıdır.
'Aşma zorunluluğu' değil, 'olasılığı' dedim çünkü genetik formun bize sadece yaşamımıza ilişkin bir yol gösterdiğini, ama sonra bilincimizle ve istediğimizin de katılımıyla bu yolu giderek daha iyi bir biçimde genişletmenin bize düştüğünü düşünüyorum."
"'Rastlantı' 'gizem'in bir başka adı olup çıkıyor. Ama bu ad, 'gizem'den farklı olarak vicdanları rahatlatan ve yüzlerce yıl boyunca insanın yaratıcı doğasını budamış olan zincirleri ve önyargıları sırtından atmaya yarayacak biçimde keskin kılan bir addır."
"'Rastlantıyla' yaşanmış bir yaşam sıkıntı ve sonun kaygısı arasında asılı kalmış bir yaşamdır. Bu sadece görüntüde özgür olan bir yaşamdır, çünkü gerçek özgürlük insanın kendini ölüm korkusundan özgür kılmasıdır."
"Özgürlüğe götüren içsel yürüyüş gözlerini gökyüzüne çevirme yürekliliğini gösterebilen ve kendi güçsüzlüğünü ve kendi kırılganlığını kabullenebilen kişinin yürüyüşüdür. Bu kişiler kendi güçsüzlükleri ve kırılganlıklarında adlarının güçlü bir biçimde söylendiğini duyarlar ve bu çağrıya söyle yanıt verirler:
"Kim çağırıyor beni? Kim tanıyor benim yazgımı?"
O zaman insan, Ben'in yanında bir de Sen olduğunu keşfeder. Bu duadır."
İkinci bölüm, yazarın, kardinal vekili Camillo Ruinu'nin çağrısı üzerinde Kutsal Yıl 2000'e hazırlanmak amacıyla Roma San Giovanni in Laterano Kilisesi'nde yaptığı konuşmadır. Konuşmanın konusu, adalet ve bağışlama olarak belirlenmiştir.
"İçimde büyük bir neşe olduğunu hissediyordum, bu güneş gibi parlak bir mutluluktu, ama çevremde bir noksanlık, karmaşa ve hüzün vardı. Çocuk yüreğimde her şey bana çok yalın gelirdi: içimizde sonsuz bir sevgi ışığı vardı, bunu izlemek yeterliydi. Ya da yeterli olmalıydı.
Büyükler neden böyle yapmıyorlardı? O ışıklar neden titreyerek sönüyorlardı ya da çoktan sönmüşlerdi bile? Neden bunca acı vardı? Ve her şeyden önce neden bunca yararsız acı vardı?"
"Ben gerçeği istiyordum. Yaşamımın gerçeğini, yaşamımın içindeki gerçeği istiyordum. Tüm öteki yaşamların da gerçeğini anlamamı sağlayacak bir gerçek istiyordum."
"Kendinizle uzlaşın, çocukluğunuzla barışın. Barışma olmadan ne özgürlük ne sevgi olur."
"Barışma, kırılganlığımızı onaylama, her nasıl olursa olsun, geçmişimizi kabullenme sürecidir."
Son bölüm ise Susanna Tamaro'yla yapılan, yazarın kendini, sanatsal kişiliğini anlattığı röportajdır.
"Bir günce tutmak olağanüstü bir şeydir. Bir kitap yazdıktan sonra son dört yılın güncelerine baktığımda tüm kitabın bir buzdağı gibi şuradan buradan ucunu gösterdiğini ayrımsarım. Bir kitap yazmak, güncelere ekilmiş tohumların kırıntılarının bütün olarak derlenmesinden başka bir şey değildir. Yani düşüncenin yazının ve güncelerdeki bilinçaltının birlikte attıkları ileri bir adımdır. Güncelerdeki satırların en iyileri sonradan bir kitap oluşturuyorlar."
"Yazının her zaman aşama gösteren ve keşiflerle dolu bir yürüyüş olduğunu söylemeliyim."