Ömer Faruk Yılmaz N'aber İhtiyar?
14:54:00Bu seferki rotamızı Yeraltı Edebiyatına çevirdiğimizde bizi Ömer Faruk Yılmaz'ın kitabı karşılıyor. İlk başta Yeraltı Edebiyatının ne olduğundan bahsedip daha sonra da kitabın konusundan bahsedeceğim.
"Yeraltı edebiyatı (underground literature); 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl arasında temelleri atılan, aykırı, eleştirel, görece ahlaksız ve otorite tanımaz bir edebiyat akımıdır. Daha çok alkol, seks, küfür, uyuşturucu, suç, transeksüellik, evsizlik, işsizlik, çarpık ilişkiler ve hayvansal dürtüleri, dahası konuşmadıklarımızı ve/veya konuşamadıklarımızı anlatmaktadır.
Geleneksel açıdan “normal” kabul edileni dışlayan yeraltı edebiyatı, toplumsal olarak kabul gören her şeyi de reddeder. Çünkü, yeraltı edebiyatına göre “normal” olan, toplumsal olarak dayatılandır ve dolayısıyla da itaatkar olma, boyun eğme ve özgür olmamakla ilgilidir. Ancak yeraltı edebiyatı; boyun eğmemenin, başkaldırının, takdir edilmemenin, düzensizliğin, dışlananların, ayıplananların edebiyatıdır.
Ancak tüm bunlara rağmen “yeraltı edebiyatı, sınırları tam çizilebilmiş bir alan değildir. Bu sahada yapılan çalışmalar da oldukça sınırlıdır. Sistemle barışık olmayan bir yönü vardır; aynı zamanda mevcut değerlere karşı çıkar. Toplumun sahip olduğu değerler bir anlam ifade etmez.” (Türkmenoğlu, 2013, s.2453)."
Yeraltı Edebiyatı belki de aykırı olmasından dolayı herkesin beğendiği bir tür değildir. Ancak yeni tarzlar seven biriyseniz mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Ömer Faruk Yılmaz'ın kalemi ile bu türe bir şans verebilirsiniz. Kitap sizi alıp onun yanındaki koltuğa oturmanızı bu sayede yaşananları izlemenizi sağlıyor.
Hayatın çirkinliğinden bunalan karakterimiz her denediği İntihar teşebbüsünden başarısız olarak yenildiğinde bileğine yeni bir çizik ekleniyordu. Ancak görünmeyen ruhuna eklenen çiziklerden kimsenin haberi olmadan sigarasını yakıp içmeye devam etti.
"Nokta siyahtır. Dünya'dan ne kadar uzaklaşırsan, o kadar noktalaşırsın. Ve ben, kendimden öylesine uzaktım ki, aslında yoktum. Ben, siyahın bedene bürünmüş haliyim. Herkesin farkı bir hikayesi var. bu hikaye ne bir kış günü, ne de yazın çiçek kokan günleri başladı. Bu hikaye, dünya ne zaman var olduysa o gün yazıldı ve bugüne kadar bekledi. İnsanlar buna 'kader' der. ben ise 'lanet' diyorum. Bileğimdeki dört santimetrelik kesik gibi bir lanet! İçim; gitmek için gelenlerin çöplüğü. Öyle böyle kokmuyor içim. Yalnızlığın bir kokusu varsa, en ağırı işte içimdeki. Azrail çağırma metotlarının sonuç vermediği bir dünyada yaşamak; ailesi tarafından sevilmemiş, toplum tarafından ötekileştirilmiş ve hiç umudu kalmamış insanlar için aynı kefede yer alır."
Hayatta tutunmanın tek yolunu yazmakta buldu. Babası ile ilişkisini, hayatındaki boşluğu yazarak azaltmak istedi. Babası ile ilişkisi beni okurken etkiledi. Birbirlerini anlamasalar bile ikisinin arasındaki ilişkiyi başkalarınında anlamadığı bir ilişki. Onları ki öyle bir ilişki. Bir de Hakan Günday kitapları okuyarak yaralarına merhem sürmek on iyi geldi.
Çoklu Kimlik Bozukluğundan dolayı kafasının içindekilerle dünyayı anlamaktan yorulmuştur. Hayatın anlamsızlığı, yalnızlığının buruk tebessümü, ölümün gülümsemesi kafasının içinde dolaşırken onu kimse anlamıyordu. onu dinleyen ise içindeki Yılgın'dı. Yılgın onun yaşadıklarını görse bile elinden bir şey gelmiyordu ona İhtiyar demekten.
"İnsan istediği zaman çocuklaşabilir, ama yaşlanamaz. Belli bir yaşanmışlık, acı ve kötü olan zincirleme hayat tamlaması gerekiyor."
N'aber İhtiyar?
“Çünkü bu savaştaki en büyük silah bilgiydi ve teçhizatsız kaybedeceğimi bildiğim için araştırıyor, öğreniyor, notlar alıyordum kendime. Her yeni bilgi ile yeni bir dünyanın kapısını aralıyordum.”
0 yorum