Yekta Kopan İki Şiirin Arasında

16:48:00

Yekta Kopan ile tanışma kitabım ile karşınızdayım. İki Şiirin Arasında "Biraz Konuşabilir Miyiz?" ve "Daha Önce Tanışmış Mıydık?"  bölümleri ile ayrılan toplam on bir hikayeden oluşan bir öykü kitabıdır.

Yazar kitabın en arka sayfasında; kitabın içinde bulunan bazı öykülerin daha önce "Ot" ve "Hayalet Gemi" dergilerinde yayımlandığını ama bu kitap için yeniden elden ve gözden geçirildiğinden bahseder.

Öykülerinde hayatlarında sanatla, bilimle uğraşmış karakterlerden bahsediyor. Bu karakterlerin öykülerinin anlatırken yazar, şimdiki zamanda karakterin durumlarından başlayıp okuyucuları geçmişe doğru bir yolculuk yapmasını sağlıyor. Bazı öykülerinde "baba-oğul" ilişkisini derinden incelemiş yazar. Ve bu öykülerde; oğul başarısız biri babasının istediği biri olamamış ve bu durumu geçmişe yolculuk yaparak anlatmış yazar. (Özellikle ilk iki öyküde bu durum yer alıyor.)

Her öykünün arkasından bir şarkı çalıyor. Bazı öykülerde yazar bu şarkıyı bize söylese de diğer öyküleri okurken şarkılar yüreğinizden başlayıp beyninize doğru tınılarını size aktarıyor.

Öykülerin sonunu okuyucuya bırakmış. Öyküler kesin bir çizgi ile bitmiyor. (Bana bu özelliği Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerini anımsattı.)

Kitabın içinde bulunan on bir öyküyü ayrıntılı olarak inceleyelim:

İlk öykünün ismi, Şarkılar Seni Söyler. Babası ile anıları az olan kahramanımızın özellikle bir anısı ile rakı sofrasındaki konuşmalar sayesinde bu anıyı hatırlayarak içindekileri sofraya bırakmasını anlatıyor. Sofranın bir diğer önemli olayı ise teleskop ile Satürn'e bakmaktır. 

"Ben sevmiyorum yıldızlara bakmayı," diyor Savaş. "İnsana ne kadar küçük olduklarını hatırlatmaktan başka bir işe yaramıyorlar."
"Yanlış bir şey demiyorlar ki oğlum. Küçüğüz. Ne farkın var şu kum tanesinden?"
"Bilmek başka şey. Ben kafama kakılmasından hoşlanmıyorum. Bıraksınlar beni, kendi sahilimde bir avuç kumun içinde yok olayım."


"Ama ne yaparsam yapayım babadan kalma sakilliğin izlerinin silemedim. Olmuyor işte, iki tuğla öldürmekle, bir-iki tane gönlüne göre süslemeyle değişmiyor çirkinliğin tarihi. Bazı babalar oğullarına sadece dertlerinin miras bırakıyor."

İkinci öykünün ismi; " Aşkın ne Olduğunu Bilmiyorsun". Selim'in Türkan ...'nın biyografisini yazma işi almasını arkadaşı Hakan ile  Hakan'ın plak dükkanında konuşması ile başlıyor kitap. Daha sonra bu konuşma Selim'in kendi içinde geçmişine doğru yolculuk yapması ile devam edecektir. Selim başarısız bir yazar, çevirmendir. Üstüne karısının da onu terk etmesi bu durumun tuzu biberi olmuştur. Ama babası ünlü ve başarılı bir yazardır. (Burada baba-oğul ilişkisini oğul üzerindeki etkisinin yazarın kendine has dili ile anlatması bu öyküyü güzelleştirmiştir.)

"Duyduğum her şeye başka bir anlam vermekten vazgeçemiyorum. Dil böyle işte, ehlileştirilemeyen bir hayvan."

"Sorgulayacaksın, araştıracaksın ama kafaya takmayacaksın. Mücadele edemezsin yoksa , hep yenik düşersin."

Üçüncü öykünün ismi "Tommiks Gelse Kurtaramaz Bizi". 1980'li yıllarda çocuk olan başkahramanımız ve arkadaşlarının sokakta patates közlerken satın almak istedikleri şeyin pahalılığından dert yanmaktadırlar. Baba ve anne figürü oğullarının yaşamını etkiler. Yasaklar, kontrol altında tutma çocuğun hayatını yaşamasını engeller.

Dördüncü öykünün ismi "Öğretmen". Öğretmenlik yapan edebiyat öğretmeninin öğrencilerinin tutuklanıp işkence görmesinden dolayı hayata küsmesinin rakı sofrasında kahramanımıza anlatıyor.  Bu olaylar öğretmenin rüyasına giriyor. Öğretmenin amacı öğrencilerine edebiyatı sevdirmek. Bu yüzden onlara kimisine Can Yücel'in ağzından kimisine Cemal Süreya'nın ağzından mektuplar yazmış. 

"Nasıl dayanıyorsun o kabuslara?" diyorum.
"Aşk sayesinde"diyor. "Çok seviyorum. Sırt çantalarımızı alalım,bilmediğimiz diyarlara gidelim,yürüyelim dağlar dereler boyunca ve dünyanın sınırına geldigimize inandığımız bir anda sarılalım,öpüşelim istiyorum. Eğer böyle çok sevmeseydim onu,Fuentes affetmezdi beni. Aşkımı böyle yüksek sesle söylemeseydim evdeki kitapların yüzüne bakamazdim artık. Kitapları sevdiğim kadar seviyorum,kitaplardan damıttıklarımla seviyorum."


"Diller, dinler birbirine karışıyor, kaynıyor, hepsi buharlaşıyor, geriye sadece insan kalıyor. "

Beşinci öykünün ismi "İki Şiirin Arasında". "Öğretmen" öyküsünde, edebiyat öğretmeni ile konuşan kahramanın bu olayı karısına yazması ile başlıyor hikaye. Karısına; dükkanda kitaplığı düzenlerken şiir kitabının arasından bulduğu karısının nüfus cüzdanından bahsedip geçmişe yolculuk yapıyoruz. 

"Hayat dediğin bir cümleye yenik düşmek. Bir kelimeye. Bir heceye."

Altıncı öykünün ismi "Bir Sarı Yolculuk". Hikayenin konusu; Kemal Tulhar'ın amcaoğlu olan Sait Tulhar'ın hayatını anlattığı eser olan Bir Sarı Yolculuk ile ilgili yayınevine mektup yazmasıdır. Bu mektupta Sait'in babasının bağnaz düşüncelerinden dolayı okumasını engellemesinden ve bu yüzden Sait'in evden kaçmasından bahseder. Bu mektubu yazmasının nedeni Sait Tulhar ile kitap ile ilgili yaptıkları bir durumu ölmeden önce yayınevine anlatmak istemesidir.

Yedinci öykünün ismi "Amcamı Yaşama Çabası". Çocukluğunda; Faik Amcasınn kardeşi ve abisi ile dizinin dibine oturup onun anlattıklarını dinlerler. Kahramanımız yeni taşındığı evde eski bir eşya görmesi ile anıları canlanır.

Sekizinci öykünün adı "Daha Önce Tanışmış Mıydık?",Baş kahramanımız tanıdığını düşündüğü kişiye kendini anlatmaya başlar: Anlattıkça tanıdığı bir yer çıkmasını umarak. Otobüs mola verince tanıdığını düşündüğü kişinin amacının farklı olduğu anlaşılır.

Dokuzuncu öykünün ismi "Şerbetçi". Karısı Meltem ile ayrılan kahramanımız uykusuluk problemi çekmektedir. Bir gün arkadaşı ona Şerbetçi'nin hikayesini anlatınca o da Ayantepe'ye  doğru yola çıkmaya karar verir.

 "Şu anı ama merak ediyorsunuz, şu ana gelene kadar yaşananları mı? Anlatsam inanacak mısınız? Karımın not defterinden kopardı bir kağıda yazdığı notla beni terk ettiğini, o geceden sonra bir daha uyuyamadığımı, ipe sapa gelmez bir hikayenin peşinden buralara kadar geldiğimi, o garip hikayenin kahramanı ile oturup sigara içtiğimi, sonra da dönüş yoluna koyulduğunu anlatsam inanacak mısınız? Sanmıyorum. Ama eminim toprak yoldan inerken, aniden arabanın kontrolünü kaybettiğimi ve uçuruma doğru savrulduğunu söylersem inanırsınız. Çünkü bu hepimizin başına gelebilecek bir olaydır."

"Zamanı algılayamıyorsun. Böylesi bir duygudan arındırılmışsın. Sadece güneşin doğduğunda aydınlık, battığında karanlık olduğunu biliyorsun. Ama alacakaranlığın aydınlığı mı karanlığımı haber verdiğini nereden anlayacaksın? Mutlulukla mutsuzluk arasında bir alacakaranlık olup olmadığını nereden anlayacaksın? Bomboş bir bahçede oturmuş bunu düşünüyorsun. Birden ufuk çizgisinde bir ışık görüyorsun. Güneş mi yükseliyor ay mı bilemiyorsun. Tam anlayacakken birden her yer kararıyor. Karanlık, karanlık, karanlık…"

Onuncu öykünün ismi "Güneş'i Son Olarak Phra Keo'da Gördüm".Geceleyin, en son kovulduğu işini karısına açıklamadan önce kendi hayatını değiştiren Bangkok gezisinde yazdıklarını okuyoruz.

On birinci öykünün ismi "Giriş Cümlesi". Bilgisayar şirketinde çalışan Melih, aynı zamanda yazar olmak istemektedir. Dergiye yazacağı öykünün ilk cümlesini düşünerek sigara almaya gider. Öyküde onun iç konuşmasını, bize kendi hayatını anlatması ile hikaye devam eder.

"Çocuklar ve yaşlılar, kapağı her an için açık duran birer öykü hazinesi sandığı gibidir."

"Bir yazarı anlatmak için kitapların büyüsüne kapılmış birinden daha iyi ne olabilir?"

Eğer öykü kitabı okumayı seviyorsanız size bu kitabı öneririm.

Kitaba puanım: 9/10
Keyifle okumalar.



You Might Also Like

0 yorum