Cemal Süreya'nın şiirlerini okuduğumda hissettiğim duygu onun şiirleri yoluyla anlatamadıklarını haykırarak anlatmak isteğini, bu haykırışı yazarak anlatması oluyor. Bunu yaparken imgelerden yararlanıyor sanki "Beni herkes anlamasın anlayan da beni tam olarak anlasın." istiyor. Bu yüzden şiir kitapları okumaya başlayan kişilere Cemal Süreya ile başlamasını önermiyorum. Şiirlerdeki imgeleri anlamak için zorlanabilirsiniz. Ama şiir okumayı seven biriyseniz Cemal Süreya'nın şiirlerinde kendinizden bir parça bulacağınıza eminim.
Ben bir yazarın veya şairin (özellikle de şairin çünkü her şairin yaşadıkları etkilendikleri akımlar birbirinden farklıdır.) hayatlarını okuduktan sonra eserlerini okumaya başlıyorum. Cemal Süreya'da bana göre ilk önce hayatının daha sonra da eserlerinin okunması gereken şairlerden biridir.
Gelelim Sevda Sözleri kitabına: Bu kitapta onun yazdığı her şiir bulunuyor. Bu yüzden Cemal Süreya'ya başlamak isterseniz bu kitabı alabilirsiniz.
Yaşadıkları olayları şiirlerine harmanlayan Cemal Süreya; örnekler vererek daha anlaşılır kılmaya çalışacağım.
1938 yılında yaşanan Dersim Olayından sonra Erzincan'dan Bilecik'e göç etmek zorunda kalmıştır Cemal süreya ve ailesi. Bu göç onun için bir Sürgündür ve şiirlerinin yapı taşı olmuştur. aitlik duygusu olmadığı için "Ben hangi şehirdeysem yalnızlığın başkenti orasıdır demiştir." Göçebe şiiri
"Kürtler yalan söylemek zorunda / Arnavutlar doğru dizelerini, şöyle söylemek de olanaklı: "Arnavutlar doğru söylemek zorunda / Kürtler yalan."
O sürgün olduğunu hep saklamak ister. O kendisine sürgün denilmesini değil göçmen denilmesini istemektedir. Çünkü ikisi de aynı kapıya çıkar. Yurdundan başka bir yerde olmak. Muzaffer İlhan Erdost'tan okuduğum "Üç Şair" kitabından alıntı yaparak Cemal Süreya'nın düşüncelerini aktarmak istiyorum.
"Belli ki Arnavutluğunu her yerde çığlıklamış olan (Cemal 'in deyişiyle "edebiyatımızın mareşalı") Buyrukçu 'ya (Muzaffer) karşı kendi haklı nedenlerini bu iki dizede dile getiriyor. Cemal 'in, Buyrukçu 'ya şöyle dediğini duyar gibiyim: Ben sürgün olduğumu saklamak zorundaydım, Kürt olmak nedir bilincine varmadan daha. Sen ise Arnavut olduğunu saklayamazdın da. Arnavut olduğunu çığlıklamaman için bir neden de yoktu. Çünkü Arnavutlar bu ülkede "göçebe" dir, ama Kürtler değil. Ya da bu ülkede "sürgün" olan Kürtlerdir, Arnavutlar göçebe.
Hemen burada söylemek bir paradoks gibi algılanabilir. Cemal, kendini "göçebe" olarak algılar. Öyle gezgin anlamında, yani coğrafya göçgünü göçebe değil. Bu, kendini bir yere oturtamamış olmaktan kaynaklanan göçebeliktir: "... ben hangi şehirdeysem / yalnızlığın başkenti orası".
Cemal için "Gurbet garba düşmektir" aynı zamanda ve kendisi her zaman bu "gurbet" dediği Garpta olacaktır. Bilecik 'te, İstanbul 'da, Ankara 'da, Paris 'te. Hepsi onun Doğusuna (Şark 'ına) göre, gurbettir."
Bu yüzden onun ülkesi Türkçe. Başkenti de şiir oldu.
Ben bir yazarın veya şairin (özellikle de şairin çünkü her şairin yaşadıkları etkilendikleri akımlar birbirinden farklıdır.) hayatlarını okuduktan sonra eserlerini okumaya başlıyorum. Cemal Süreya'da bana göre ilk önce hayatının daha sonra da eserlerinin okunması gereken şairlerden biridir.
Gelelim Sevda Sözleri kitabına: Bu kitapta onun yazdığı her şiir bulunuyor. Bu yüzden Cemal Süreya'ya başlamak isterseniz bu kitabı alabilirsiniz.
Yaşadıkları olayları şiirlerine harmanlayan Cemal Süreya; örnekler vererek daha anlaşılır kılmaya çalışacağım.
1938 yılında yaşanan Dersim Olayından sonra Erzincan'dan Bilecik'e göç etmek zorunda kalmıştır Cemal süreya ve ailesi. Bu göç onun için bir Sürgündür ve şiirlerinin yapı taşı olmuştur. aitlik duygusu olmadığı için "Ben hangi şehirdeysem yalnızlığın başkenti orasıdır demiştir." Göçebe şiiri
"KARS
Öyle güzel ki ölürüm artık
Beyaz uykusuz uzakta
Kars çocukların da Kars’ı
Ölüleri yağan karda
Donmuş gözlerimin arası
Beyaz uykusuz uzakta
Kars çocukların da Kars’ı
Ölüleri yağan karda
Donmuş gözlerimin arası
Sen küçüğüm sımsıcak
Ne derler ona – bu kızakta
Boyuna türküler yakıyorsun ya
Sanki her türküden sonra
Hohlasan gök buğulanacak
Ne derler ona – bu kızakta
Boyuna türküler yakıyorsun ya
Sanki her türküden sonra
Hohlasan gök buğulanacak
Anla ki her durakta
Yok sınırları aşkın
O iyi yüzlü Tanrı
Beklesin dursun bizi
Kurduğumuz rahat tuzakta
Yok sınırları aşkın
O iyi yüzlü Tanrı
Beklesin dursun bizi
Kurduğumuz rahat tuzakta
Nasıl olsa yine bir gün
Döneriz bu yollardan geri
Senin bir elinde bir mendil
Öbüründe kuş sesleri"
Döneriz bu yollardan geri
Senin bir elinde bir mendil
Öbüründe kuş sesleri"
Özellikle son dört dizede hissedilen özlem ve geri dönme isteği ile yaşadı Cemal Süreya. Yaşaken hep düşündü Erzincan'ı ve Kars'ı. Düşünürken yazdı içindekilerin. Kendini anlatmak istedi. Onu anlayan birileri olsun istedi.
Cemal Süreya o sürgünü şu dizeler ile anlatmıştır:
"Bizi kamyona doldurdular,
Tüfekli iki erin nezaretinde,
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,
Tarih öncesi köpekler havlıyordu.
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler
Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki.
Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.“
Tüfekli iki erin nezaretinde,
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,
Tarih öncesi köpekler havlıyordu.
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler
Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki.
Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.“
Belki de onun yaşamında bu olayın etkisini en iyi anlatan dizelerden biri de:
O sürgün olduğunu hep saklamak ister. O kendisine sürgün denilmesini değil göçmen denilmesini istemektedir. Çünkü ikisi de aynı kapıya çıkar. Yurdundan başka bir yerde olmak. Muzaffer İlhan Erdost'tan okuduğum "Üç Şair" kitabından alıntı yaparak Cemal Süreya'nın düşüncelerini aktarmak istiyorum.
"Belli ki Arnavutluğunu her yerde çığlıklamış olan (Cemal 'in deyişiyle "edebiyatımızın mareşalı") Buyrukçu 'ya (Muzaffer) karşı kendi haklı nedenlerini bu iki dizede dile getiriyor. Cemal 'in, Buyrukçu 'ya şöyle dediğini duyar gibiyim: Ben sürgün olduğumu saklamak zorundaydım, Kürt olmak nedir bilincine varmadan daha. Sen ise Arnavut olduğunu saklayamazdın da. Arnavut olduğunu çığlıklamaman için bir neden de yoktu. Çünkü Arnavutlar bu ülkede "göçebe" dir, ama Kürtler değil. Ya da bu ülkede "sürgün" olan Kürtlerdir, Arnavutlar göçebe.
Hemen burada söylemek bir paradoks gibi algılanabilir. Cemal, kendini "göçebe" olarak algılar. Öyle gezgin anlamında, yani coğrafya göçgünü göçebe değil. Bu, kendini bir yere oturtamamış olmaktan kaynaklanan göçebeliktir: "... ben hangi şehirdeysem / yalnızlığın başkenti orası".
Cemal için "Gurbet garba düşmektir" aynı zamanda ve kendisi her zaman bu "gurbet" dediği Garpta olacaktır. Bilecik 'te, İstanbul 'da, Ankara 'da, Paris 'te. Hepsi onun Doğusuna (Şark 'ına) göre, gurbettir."
Bu yüzden onun ülkesi Türkçe. Başkenti de şiir oldu.
Annesini erken yaşta kaybetmesi, İkinci Yeni akımının özellikleri, Ankara'da okuması onun şiirlerinde harmanlanarak karşımıza çıkar.
Üzgün adam sesi şiirlerinde yansır. Şiirlerini yazarken ve söylerken içindekilerini haykırmak ister ama bunu yaparken sesi çatallanmaya başlıyor. Bana cemal Süreya'nın şiirleri bu hissi hissettirmiştir.
Eğer şiir kitapları okumayı seviyorsanız size bu kitabı seve seve öneririm.
Kitaba puanım: 10/10
Keyifle okumalar.