İskender Pala Mevlana
21:34:00Tasavvuf edebiyatı denilince akla gelen isimlerden biridir Mevlana. İşte bu kitapta da Mevlana'nın hayatı anlatıp ve onun eserlerini Türkçe'ye çevirmiş İskender Pala.
Beni en çoketkilen bölüm ise Şems ile Mevlana'nın yaşadıkları oldu. Özellikle de Şems'in gitmesi ile Mevlana'nın yaşadıklarını okurken onun sabrına hayran kaldım. Dünya'daki hayatın geçiciliğini önemli olanın kendini aramanı ve ahiretteki hayat olduğuna inanarak yaşamına devem eder. Fakat burada kendini arama Tasavvuf ile yapılan arama bu yüzden yürekten inanmanın önemini anlamak gerekir.
Bu kitabı daha iyi anlamak için ilk başta Mevlana'nın hayatından daha sonra ise edebi kişiliğinden bahsedeceğim.
" Mevlana 30 Eylül 1207 tarihinde bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan, Horasan’ın Belh yöresindeki Vahş kasabasında doğmuştur. Babası Hüseyin Hatibi oğlu Muhammed Bahaeddin Veled, annesi Belh emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun’dur. Babası “Sultan-ül Ulema” yani Alimlerin Sultanı unvanı ile tanınmıştır. Babaannesi ise Harezmşahlar hanedanından Türk prensesi Melike-i Cihan Emetullah Sultan’dır. Mevla-na, efendi-miz demektir. Asıl ismi Muhammed, lakabı ise Celaleddin’dir. Şeyh Sadreddin Konevi’nin, bir gün sohbetleri esnasında Mevlana diye hitap etmesi üzerine bu unvanla anılmaya başlanmıştır. Mevlana çocukluğunun ilk yıllarını Belh şehrinde geçirdi. Babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden biriydi. Sultanla arasında geçen inanç ve fikir ayrılıkları yüzünden Belh şehrinde birçok akrabası bulunmasına rağmen buradan göç etmek zorunda kaldı (1212). Ailesiyle birlikte Nişabur’a yerleştiler. Mevlana bu esnada tanınmış mutasavvıf Feridüddin Attar’ın dikkatini çekip, beğenisini kazanmıştır.
Nişabur’dan ayrılan Bahaeddin Veled Bağdat, Şam, Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri ve Niğde yoluyla Karaman’a (Larende) geldi (1221). Ailesiyle birlikte geçirdiği bu yolculuk esnasında Kabe’yi de ziyaret edip hac vazifesini gerçekleştirdi. BaheaeddinVeled’e ilgi ve sevgi öylesine büyüktü ki geçtiği her şehirde Sultanlar onu ağırlamak için araya hatırı sayılır elçiler ve kişileri sokuyorlardı. Fakat alçak gönüllü olan Veled medreselerde konaklamayı tercih ediyordu. Mevlana ve ailesi Karaman’da 7 yıl kaldılar. 1225 yılında babasının müridlerinden biri olan Şerefeddin Lala’nın kızı Gevher Hatun ile evlendi. Bu evlilikten Sultan Veled ve Alaeddin Çelebi adında 2 oğulları oldu. Bu tarihlerde Selçuklu devleti en parlak dönemlerinden birini yaşıyordu. Devletin hükümdarı Alaeddin Keykubad Mevlana’nın babasını başkent Konya’ya çağırdı ve buraya yerleşmesini istedi. Sultan’ın davetini kabul eden Bahaeddin Veled ailesiyle birlikte Konya’ya geldi (1228). Büyük bir tören ve ihtişamla karşılandılar. Aileye ikamet etmeleri için İplikçi Medresesi tahsis edildi.
Bahaeddin Veled yani Sultan-ül Ulema 1231 yılında vefat etti, Selçuklu Sarayı’nda gül bahçesi adı verilen yere defnedildi. Bunun üzerine müridleri tek varisi olan Mevlana’nın etrafında toplanmaya başladılar. Büyük bir ilim ve din eğitimi görmüş olan Mevlana medresede vaazlar veriyor, insanlar onu dinlemek için medreseyi dolduruyorlardı. Bir yıl kadar bu şekilde ders ve vaaz veren Mevlana dergahın tüm yükünü omuzlamıştı. İçinde büyük bir boşluk hisseden Mevlana’nın yardımına babasının önde gelen müridlerindenbiri olan Seyyid Burhaneddin Muhakkik yetişti.
Burhaneddin önce Mevlana’yı o dönemde geçerli olan islam sınavlarından birkaçına soktu. Gösterdiği büyük başarılar üzerine Mevlana’ya “Bilgide eşin yok, gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki baban hal ehli idi, sen söz (kal) ehlisin. Sözü bırak onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman güneş gibi alemi aydınlatabilirsin.” dedi. Bunun üzerine Mevlana Burhaneddin’e 9 yıl müridlik etti. Şam ve Halep medreselerinde öğrenimini tamamladı. 1244 yılında Konya’ya Şems-i Tebrizi (Şemseddin Muhammed Tebrizi) adında biri geldi. Yaygın inanca göre Şems Konya’da aradığını bulacaktı, İplikçi Medresesi’ne gitti. Burada Mevlana’yla karşılaştı, ona bazı sorular sordu. Sorular neticesinde “Allah Allah ” diyerek haykırdı, Mevlana’yı kucakladı, aradığı oydu. Bazı kaynaklarda bu buluşmanın gerçekleştiği yer Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye geçmektedir. Bunun üzerine Şems ve Mevlana medresede bir odaya kapanıp halvet oldular. Halvet iki kişilik kesin bir yalnızlık demektir.
Bu süre bazı kaynaklarda 40 gün, bazılarında 6 ay olarak geçmektedir. Şems’in gelişiyle birlikte Mevlana’nın hayatında çok büyük değişiklikler oldu. Kendini tamamen Şems’in sohbetlerine verdi, onu dinliyor, onda kendini kaybediyordu. Hakk’ı anlamak için birbirlerine ayna tutuyorlar, günlerce süren halvetlere giriyorlardı. Mevlana’nın bu davranışları halkın Şems’e tepki göstermesine sebep oldu. Çünkü artık medresede ders ve vaaz vermiyor, müridleri ile ilgilenmiyordu. Bir süre sonra dedikodular çığrından çıkmaya başlayınca Şems 1245 yılında, kimseye haber vermeden ortadan kayboldu.
Şems’in gidişine çok üzülen Mevlana yemeden içmeden kesildi, gazeller yazıp söylüyor, yüreğindeki ayrılık acısını anlatıyordu. Şems’in Şam’da olduğunu öğrenen Mevlana’nın oğlu Sultan Veled, gidip onu tekrar Konya’ya getirdi. Mevlana adeta bayram sevinci yaşadı. Ancak bu mutluluğu çok uzun sürmedi. Kendini tekrar gösteren dedikodular, söylentiler ve huzursuzluk üzerine Şems bu kez tamamen ortadan kayboldu. (1247)
Şems’in bu gidişinden sonra Mevlana büsbütün acılar çekmeye başladı. Gece gündüz sema ediyor, gazeller okuyor, ağlayışı ve yakarışları herkesi üzüyordu. Mevlana Şems’te mutlak kemalin varlığını görmüştü. Mevlana’yı dolu ve yanmaya hazır bir lamba gibi nitelendiren ilim insanları, Şems’i bir kibrite benzetmişlerdir. Asıl yanan ve nur saçan Mevlana idi, Şems sadece kibriti çaktı. Şems’in yokluğunda inzivaya çekilen Mevlana 17 Aralık 1273 yılında, 66 yaşında hayatını kaybetti."
Mevlana'nın hayatına baktığımızda onun hayatını etkileyen olayları sıralarsak Belh'ten ayrılışı ve göçü, Bahaeddin Veled ve Konya, Hocası Seyyid Burhanneddin-i Muhakkık-ı Tirmizi son olarak da Tebrizli Şems ile karşılaşmasıdır.
Gelelim edebi kişiliğine;
- Tasavvuf düşüncesini halk zevkine uygun olarak hikâyeler yardımıyla anlatmaya çalışmıştır.
- Arapça, Farsça ve Rumca da bilen sanatçı, bu dillerle de şiirler söylemiş, devrin edebiyat dili Farsça olduğundan şiirlerini Farsça yazmıştır.
- Tasavvuf düşüncesini ilahî aşkla birleştirip şiir sanatıyla ölümsüz hâle getirmiştir.
- Şiiri, musiki ve sema sanatıyla birleştirmiştir.
- Din, dil, ırk ve mezhep farkı gözetmeksizin bütün insanlığa seslenmiş, insanı insan olduğu için sevmiştir.
- İnsan sevgisi, ilahî aşk eksenindeki dinî konuları kendine özgü bir anlayışla işlemiştir.
”Yaydan fırlayan ok gibidir ağızdan çıkınca bir söz. Ve hiç geri dönmüş değildir atıldıktan sonra bir ok..”
”Üç şeyin gizli gerek der bilgiler; paran, yolun ve düşünceler...Bu üçünün çoktur düşmanı. Gizlersen eğer ne soranı bulunur, ne arayanı.”
"Bir düşünceden ibaretsin sen ey kardeş, yalnızca bir düşünceden… Gerisi ya kemiktir, ya kıl."
"Ne tükenmez hazinesin sen ey dil ve ne devasız bir dert!"
’"An’’ı kaybetmemek için, zamanın kuyruğunu bırakmayı bilmeliyiz.”
”Can durağını arıyorsan ey can, durak da sensin, can da sensin.
Bir lokma ekmekse peşinden koştuğun, elbet ekmek de sensin.
Eğer akıl erdirebilirsen bu sözün sırrına, bil ki;
Her ne ki arıyorsun, aradığın ancak sensin...”
0 yorum