Kafkaokur Sayı 19

18:41:00

Nazım Hikmet benim çok sevdiğim, şiirlerinin yüreğime dokundu şairlerden biridir. Kafkaokur'un bu ay ki dosyası Nazım Hikmet olunca dergiyi alıp okumak istedim. Acaba Mavi Gözlü Dev'i nasıl anlattılar diye merak edip okumaya başladım.




Dergiyi açtığınızda sizi mavi denizin ve gökyüzünün iç içe harmanlandığı ve sağ tarafında ise Nazım Hikmet'in fotoğrafının bulunduğu bir resim karşılıyor.

Gelelim Nazım Hikmet yazısına. Öncelikle ilk defa Nazım Hikmet ile tanışacaksınız onu anlamanıza yardımcı oluyor. Merve Özdolap Nazım Hikmet'in çocukluğundan başlayıp ölümüne kadar onu anlatmış. Ben yazıyı beğendim. Mavi Gözlü Dev'i tekrardan okuyup yaşamak özellikle de aralarda şiirlerini de koyları yazının daha da güzelleşmesine neden olmuş.

"Nazım Hikmet, Selanik’te doğmuştur (1902). İlköğrenimini İstanbul’da Göztepe Taşmektep, Galatasaray Lisesi ilk bölümü (1914), Nişantaşı Numune Mektebi’nde tamamlamış, orta öğrenimi ise, daha 12 yaşında iken yazdığı “Bir Bahriyelinin Ağzından” adlı bir şiirini dinleyip çok beğenen Bahriye Nazırı Cemal Paşa’nın öğüdü üzerine geçtiği Heybeliada Bahriye Mektebi’nda yapmıştır (1918). Nazım Hikmet Bahriye’yi bitirdikten sonra Hamidiye Kruvazörü’ne stajyer güverte subayı olarak verilmiş, bir gece nöbetinde üşütüp zatülcemp olmuş (1919), sağlığını kazanamayınca askerlikten çüüğe çıkarılmıştır (1920).

Askerlikten ayrıldıktan sonra, İstanbul’un işgaline çok üzülen Nâzım Hikmet Millî Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçmiş, Bolu Lisesi’nde kısa bir süe öğretmenlik yapmıştır (1921). Rus devrimiyle ilgilenen şair, bir süe sonra Batum’dan Moskova’ya gitmiş ve Doğu Üniversitesi’nde ekonomi ve toplumbilim okumuştur (1922-1924). Yurda dönüşünden sonra Aydınlık dergisine katılmış, burada çıkan şiirlerinden ötüü hakkında “gıyaben” mahkumiyet kararı verildiğine öğrenince yeniden Rusya’ya geçmiş, af çıkması üzerine Tükiye’ye dönmüş ve bir süe Hopa cezaevinde tutuklu kalmıştır (1928).

Nâzım Hikmet daha sonra İstanbul’a yerleşmiş, çeşitli gazete ve dergilerle film stüdyolarında çalışmış, ilk şiir kitaplarını çıkarmış ve oyunlarını yazmıştır (1928-1932). Nazım Hikmet,  Bir ara yine tutuklanmış, Cumhuriyet’in 10. yılı dolayısıyla çıkarılan af yasası ile özgülüğüne kavuşmuştur. Akşam Son Posta, Tan gazetelerinde Orhan Selim takma adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yapmıştır (1933).

Nazım Hikmet, Kara Harp Okulu öğrencileri arasında propaganda yaptığı iddiasıyla yargılanmış, Harp Okulu Askeri Mahkemesi’nce 15 yıl, ardından Donanma içinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla da Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nce 20 yıl olmak üzere toplam 35 yıl hapis cezasına çarptırılmış, cezası Tük Ceza Kanunu’nun 68 ve 77 maddeleri uyarınca 28 yıl dört aya indirilmiştir (1938). Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra çıkarılan af yasası (1950) kapsamına alınması için aydınlar tarafından açılan büyük bir kampanyanın ardından, hukukçular yasal yollara başvurmuş, bu arada Nâzım Hikmet’de hapishanede açlık grevine başlamıştır. Sonunda Nâzım Hikmet’in geri kalan cezası affedilmiş ve şair 13 yıl hapislikten sonra özgülüğüne kavuşmuştur.

Serbest bırakıldıktan sonra iş bulamayan Nazım Hikmet, kitap çıkaramayan şair için bu kez askerlik kararı alınmış, 50 yaşında ve hasta olan Nâzım Hikmet çok zor durumda kalmıştır. Öldüülmekten korkan şair, kendisine hayran olan Refik Erduran (sonranın ünlü oyun yazarı ve gazetecisi)’ın önerisini kabul etmiş, onun yardımıyla bir motorla Karadeniz’de seyreden Romanya bandıralı bir gemiye binerek Tükiye’den ayrılmıştır.

Nâzım Hikmet, Moskova’da ölmüştür.  (3 Haziran 1963). Nazım Hikmet’in mezarı Moskova’da bulunmaktadır.

Yıllardır tartışma konusu olan Nazım Hikmet’in vatandaşlık meselesi, 5 Ocak 2009 günü Nâzım Hikmet Ran’ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürürlükte kaldırılmasına ilişkin önerge Bakanlar Kurulu tarafından imzaya açılır.

Bakanlar Kurulu’nun 05.01.2009 tarihinde aldığı bu karar, 10.01.2009 tarihinde Resmi Gazete‘de yayınlandı ve Nâzım Hikmet Ran, 58 yıl sonra yeniden Türk vatandaşı olur."

"Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin. Hem de öyle çocuklara kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için..."

"Saplantılı bir komünist değildi, barışı önemsiyor, inançlarının kaynağını iyilik oluşturuyordu. Dünya görüşünü özetle şu sözleri ile anlayabiliriz.
"Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine"


Gelelim sevdiğim yazılara:

İlki Ece Temelkuran'ın yazdığı Gürültüde İnanmak yazısına. Yaşlı ve genç insanların yaşadıkları diyaloglara bir de onun gözünden bakalım. Aslında gençlerin yapacakları hayallere kendi yaşadıkları ile engellemeye çalışıldığından ya da ağrılarından şikayet ederek onların yorulmasını engellediğinden bahseder.

"Gençlik, yorulma ihtimalini anlamamaktır. Yaşlanmak ise yorulduğuna hep şaşırmak."

"Çünkü çocuklar kazanacak.Çünkü ne kadar yorulsak da buna inanmak , buna inandığımız söylemek zorundayız." 

"Yaşlanmak, önlemini erken almazsan, kibir sahibi yapıyor insanı. Unutabiliyor insan şu soruları sormayı:
"Sen kimsin ki gencin hevesini kırıyorsun? Sen kimsin ki dünyaya yeni gelen bu insanın bu dünyadan iyi geçmeyeceğini sanıyorsun? Sen kimsin ki..."

"Yaşlılar hayattan intikamını gençleri bükerek almak ister. Kendi yılgınlığını etraflıca bir anlatıp "Senin de başına bu gelecek," deyince sanki kendi hıncını haklı çıkaracak gibi. İnanamamaktan kaynaklı utanç azalacakmış gibi."

İkinci yazı ise Bir Kuşun Özgürlüğü. Özgürlüğün kişiden kişiye değiştiğini bakış açısının önemini kuş imgesi ile anlatmış Atılay Aşkaroğlu. Ben bu yazıyı çok sevdim. Okurken kendinizi bir kafede koşan o iki kişinin yerine koyabiliyorsunuz.


"Kuşların uçmak zorunda olduğunu biliyordum. Uçmazlarsa ölürler. Ama yüreklerini bir bağ ile yeryüzüne bağlı olduğunu yeni öğrendim. Ne kadar yukarı uçmak istese de aklı, kalbi ona bir noktada dur diyor. Şimdi ben, gitmek istiyorum da, kalbim bana dur diyor. Benim yüreğim nereye bağlı onu bulmaya çalışıyorum. Başımın içini solmaya başlamış bir bahçe gibi hissediyorum."

"Kuşlar, istedikleri zaman sevdiklerine uçabiliyorlar, gidebiliyorlar. Alçaktan ya da yüksekten... Belki bu, tek ve yegane özgürlüktür. Ve gökyüzü, güzelliğini topraktan alır. Tıpkı denizin rengini gökyüzünden alması gibi."




"Yaşanacak bir yaşam vardır.Binilecek bisikletler var.Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları vardır." Cesare Pavese


Üçüncü yazı ise aslında bir röportaj. Derviş Zaim ile yapılmış. Ben okurken izlenecek filmler listeme bir çok film ekledim. Günümüzde izlene filmlerden, yönetmenliğini yaptığı filmlerdeki etkilendiği unsurlardan bahsedilmiştir.

"Oysa özgürlük kaderi yenebildiğin ölçüde vardır..."


"İnsanlık büyük bir paradoksun içerisinde. Nasıl çözeceğiz bu sorunu, ben de bilemiyorum. Herkes güzel olmak istiyor, her şeyi yemek istiyor, en iyi yerlerde yaşamak, bir çok şeyi tatmak istiyor. Bu durumda da kaçınılmaz olan kaos gittikçe yaklaşıyor. Belki de bize çok büyük bir utanç duygusu gerekiyor ki bu utanç duygusunu, büyük bir felaket olmadan çıkarma becerisini göstermemiz lazım. 
Bergman'ın dediği gibi: "Bizi ancak utanç kurtaracaktır."

Sıradaki yazı ise Nazlı Başaran'ın yazdığı şiir Avuç İzi. Bana göre Nazlı Başaran'ın naif dili ile anlatmak istediği durumu en güzel şekilde şiirinde anlatmıştır.


"Korkma
Korkuyla besliyorlar bu devirde tutsaklığı
Günbatımını sev çocuk
Gündoğumu kadar
Üç kuruş için çalışıyor olmanın 
haklı gururu ile bir yürü memleket sokaklarında
Sev ve sevil çocuk
Parayla değil sevda
Acıtarak olmasın sevmelerin
her yüreğine düştüğünün ilacı ol,tasası değil
Kıymet bil çocuk
Şu yüreğinin kıymetini bil
Ananın ak sütü gibi helaldir sana yaşamak 
ama doğdun diye borçlu değilsin kimseye
Sakın eğme başını
Eline ekmeği alır gibi kuvvetli olsun
insan olma gayretin.
Unutma
Baki olan insandır
Gerisi onların sana buyurdukları..."



Chopin'in hayatının anlatıldığı yazıya geldi sıra. yaptığı besteleri severek dinlediğim Chopin hakkında bir çok bilgi edindim.

"Şiir gibidir Chopin'in melodileri. Coşkulu ve isyankâr ama sakin, minik minik dokunur insanın ruhuna. Yine de anlarsınız başkaldırışlarını, derdini o naif dokunuşlarında. Sessiz birer haykırıştır tınıları ki bundandır kulak kesilmemiz dinlerken. Tane tane dökülür sanki inciler bir bulutun içinden. Sonrasında yaşlar dökülür o bulutlardan."

"Eski Yunan edebiyatındaki ozanların şiirlerini lir denen telli bir sazla söylemesi gibi, Frédéric François Chopin de bedeninde zor zapt ettiği coşkulu ruhundaki sesleri ve bilinç dışı hallerinin notalarını, bir halk ozanı gibi parmaklarından piyanosunun tuşlarına akıtıyordu."


Yüzyıllık Yalnızlık kitabı benim okunacaklar listemde olan bir kitaptır. Bu yazıyı görünce gözlerim parlayarak okudum. kitapta geçen unsurları Dünya tarihi üzerinden değerlendirmiştir.

"Çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların, yeryüzünde ikinci bir deney fırsatları olmazdı."
-Yüzyıllık Yalnızlık




"Seni düşünmek güzel şey
ümitli şey
Dünyanın en güzel sesinden 
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana, 
Ben artık şarkı dinlemek değil 
Şarkı söylemek istiyorum..."


Kaptan Fantastik filminin anlatıldığı yazıya geldi sıra. Kapitalizm dünyasından kendisini soyutlayan Ben'in ailesi karısı ölünce yaşadıkları anlatılıyor. Ben yazıyı okuduktan sonra filmi merak ettim. Listeme ekledim bile.

Ve son yazı ise İnsanı Beyaz Perdeye Aktarmak. Chaplin ve Antoine Doinel'in yaptıkları filmlerin insan karakteri açısından değerlendirilmiştir.


"Sanırım onu yaratan insanı ifade ettiği sürece her eser iyidir."
-Orson Welles

"Unutma Red, umut iyi bir şeydir. Belki de en iyisi, ve iyi şeyler asla ölmez.."

Esaretin Bedeli 1995


You Might Also Like

0 yorum