Sevgili Arsız Ölüm, okuyacağınız diğer eserlerden farklı olarak içsel anlatımın fazla olduğu düşsel öğelerin yer aldığı bir romandır. Huvat ailesinin köyden kente göçünü konu almıştır. Köy-kent ikilemini farklı bir bakış açısıyla ele almıştır. Okumanızı tavsiye ederim çünkü düşsel öğelerin de içinde bulunan bu eserde bir çok konu hakkında çatışmalar yer almaktadır. Özellikle Köy-kent çatışması günümde de yaşanan bir durumdur. Bunun yanı sıra; yaşam-ölüm, toplum-birey, birey-birey çatışmaları da eserde yer alır. Eserdeki karekterlerden biri olan Dirmit yazarın kendisidir.
Olayların bir bölümü, sonradan Akçalı adını alacak olan Alacüvek köyünde; bir bölümü de adı belirtilmeyen bir büyük şehirde geçer. Romanda sözü edilen köyün, Kayseri’nin Bünyan ilçesine bağlı Karacafenk köyü, büyük şehrin ise İstanbul olduğu, yazarın yaşam öyküsünden yola çıkılarak tahmin edilebilir.
Otobiyografik bir eserdir. Çünkü, yazarın çocukken İstanbul'a gelmesi, İstanbul hakkındaki düşüncelerini, onun çocukluğundaki parçaları onun ağzından okuyoruz.
Alacüvek köyünden Huvat Aktaş şehirde kendi adına izolasyon ve boya işleri yapmakta, arada bir köyüne gelmektedir. Hemen her gelişinde köye soba, radyo gibi yeni eşyalar getiren Huvat’ın getirdikleri arasında en fazla ilgi çekeni, köylülerin gördüğü ilk taşıt aracı olan mavi bir otobüstür. Köylüler başlangıçta yabancılık çektikleri otobüse çabuk alışırlar.
Huvat bir gün de köye Atiye adında şehirli bir kadınla gelir. Köylü kadınlar Atiye’yi merakla incelerler, cinli ve uğursuz olduğuna inandıkları için onu ahıra kapatırlar. Hamile olan Atiye, dokuz ay sonra bir kız çocuk doğurunca ahırdan çıkarılıp evin üst katındaki tandır odasına yerleştirilir. Yeni doğan bebeğe, Huvat’ın annesinin adı olan Nuğber adı verilir.
Kısa sürede köye uyum sağlayan Atiye, köylü kadınların yaptıkları her işi öğrenmekle kalmaz; Huvat’ın getirdiği dikiş makinesinde dikiş dikmeye, çerçiye şırınga getirtip köylüye iğne yapmaya da başlar; artık köyde “İğneci Atiye Hanım” diye anılmaktadır. Huvat ile Atiye’nin Nuğber’den sonra dört çocuğu daha dünyaya gelir: Büyük oğul Halit, ortanca oğul Seyit, küçük kız Dirmit ve en küçük oğul Mahmut.
Huvat, bir süredir köye dişe dokunur bir yenilik getiremediği düşüncesiyle bu defa da köyün adının değiştirilmesi fikrini ortaya atar. Huvat’a kalırsa köyün yeni adı “Atom” olmalıdır, ama bu isim benimsenmez, tartışmalardan sonra köyün yeni adının “Akçalı” olması kararlaştırılır.
Huvat, çalışmak üzere köylülerden bir kısmını şehre götürür. Şehirde kalorifercilik, boyacılık, badanacılık gibi işlerde çalışan köylülerin hiçbiri bir daha köye dönmeyecektir. Öte yandan Halit ve Seyit de artık babaları ile birlikte şehirde çalışmaya başlamışlardır. Büyük oğul Halit, Atiye’nin doğduğu yöreden gelip komşu köylerden birine yerleşen Sose-Rızgo çiftinin kızı Zekiye ile evlendirilir.
Sık sık öğretmeni değişen köy okulu, yeni bir öğretmenin gelmesiyle yeniden açılır ve Dirmit okula başlar. Dirmit’in dışında köyde okula gönderilen kız yoktur. Hakkında komünist olduğu dedikodusu yayılan öğretmen, öğrencilerine karne veremeden köyden ayrılmak zorunda kalır.
Huvat, hem kendisiyle birlikte çalışan oğulları Halit ve Seyit’in şehirde “sefil oldukları”, hem “cinli kız” adı verilen Dirmit’in köyden dışlanması gerekçesiyle Atiye’yi ve öbür çocuklarını şehre götürmeye karar verir. Köydeki her şey satılıp ailece büyük şehre göç edilir.
Aktaş ailesi, büyük şehirde Akçalı köyünden göçenlerin oturduğu bir mahalleye yerleşir. O kış, şiddetli bir kar yağar. Huvat, Halit ve Seyit, hiçbir izolasyon ve boya işi alamazlar. Parasızlık nedeniyle önce Zekiye ve Nuğber’in bilezikleri, sonra evdeki halılar satılmak zorunda kalınır.
İşsiz kalan Huvat, sakal bırakarak, tarikat çevrelerine girerek, yeşil kitaplar okuyarak kendini dine verir; karısı Atiye ile büyük kızı Nuğber’in başlarını bağlatır.
Huvat gibi Halit de hemen hiç çalışmamakta, evin geçimini kalorifer tesisatı işinde çalışan Seyit sağlamaktadır.
Aile bireyleri arasında çatışmalar çıkmaya, Atiye sık sık hastalanmaya başlamıştır. Zekiye’nin yeni doğan kız bebeği hastalanıp ölür. Mahmut, okulu bırakıp kalorifercilik, berberlik, terzilik gibi değişik işlerde çıraklık eder.
Seyit’in hastalanıp işten ayrılmak zorunda kalması üzerine aile tek odalı ucuz bir eve taşınır. Nuğber, ailenin geçimine katkı olsun diye babasından ve erkek kardeşlerinden gizli, bir terzinin yanında çalışmaya başlar. Seyit adı verilen bir erkek çocuk doğuran Zekiye de Halit’in askere gitmesinden sonra Gigili Topal Aygaz diye birinin adına evde halı dokumaya başlar.
İyileştikten sonra usta yevmiyesiyle iş bulamayınca silahlanıp fedailiğe ve kabadayılığa, haraç toplamaya başlayan Seyit, annesinin üzüntüden yataklara düşmesiyle kabadayılığı bırakır, yeni aletler satın alarak tekrar tesisatçılık işine başlar; ancak bir süre sonra rekabet nedeniyle bacağından vurulacak ve işi yine bırakmak zorunda kalacaktır.
Küçüklüğünden beri hayal gücünün genişliği, duygusallığı ve duyarlılığıyla diğer çocuklardan ayrılan ve bu yüzden köyde “cinli kız” adı takılan Dirmit şiir yazmaya başlar; okulda çok başarılıdır, takdirnameler getirir; artık kendini aile bireylerine yabancı hissetmektedir.
Mahmut, son çalıştığı işten ayrılıp sinema önlerinde kitap satmaya başlamış; Huvat, katıldığı bir irtica eyleminde gençlerden dayak yemesi üzerine dinî kitapları bir yana bırakmıştır.
Askerden döndükten sonra bu defa da Halit sakal bırakır, şalvar giyer, namaza başlar; elini kız kardeşlerine bile uzatmaz olur. Atiye’nin yalvarmalarıyla din tutkusundan sıyrılırsa da bu defa evde kuş beslemeye başlar, ancak annesi ile babası kuşları evde istemediğinden onları satmak zorunda kalır. Eşinden de soğumuş olan Halit evi terk eder.
Huvat ise, kendini suya adar, bütün gün denizi seyreder, şişelere deniz suyu doldurup evinin duvarlarına asar; ayağına bir eşofman giyip, gençlerle futbol oynamaya başlar.
Bir süreden beri istikrarlı bir işi olmayan Mahmut da kendini gitar çalma hevesine kaptırmıştır. Huvat’ın eve dönmeye ikna ettiği Halit, gelir gelmez Mahmut’un gitarını parçalar, Seyit de Dirmit’in şiir defterini yırtar.
Nuğber, kendisinden birkaç yaş küçük şehirli bir delikanlıyla evlendirilir. Seyit askerdedir. Teknik kaplama işine çırak giren Mahmut, kısa sürede usta olmuş, iyi para kazanmaya ve evin geçimini sağlamaya başlamıştır. Mahmut’un yeni aldığı gitara bu kez hiç kimse dokunmaz.
Kalbinden, karaciğerinden ve rahminden hasta olan ve ölüme hazırlanan Atiye, hiçbir çocuğunu gönlünce yetiştiremediğini düşündüğünden öbür dünyadaki sorgulamada sorulara ne cevap vereceği kaygısı içindedir. Huvat ise karısı öldükten sonra köyüne dönmeyi, orada tek odalı bir ev yapmayı, genç bir Çerkez kızıyla evlenmeyi kurmaktadır.
Kendini iyice şiire veren, denize, gökyüzüne, sokaklara tutkuyla bağlanan Dirmit, ailesinden tamamen uzaklaşmıştır; şiir yazması yasaklanır, yedi gün boyunca evde kimseyle konuşmama cezasına çarptırılır. Bunun üzerine o da aile bireylerinin tümüne hitaben bir mektup yazar. Bu uzun mektubun bazı sayfalarının şehrin üstünde uçuştuğu görülür.
Roman, Atiye’nin ölümüyle son bulur.
Huvat bir gün de köye Atiye adında şehirli bir kadınla gelir. Köylü kadınlar Atiye’yi merakla incelerler, cinli ve uğursuz olduğuna inandıkları için onu ahıra kapatırlar. Hamile olan Atiye, dokuz ay sonra bir kız çocuk doğurunca ahırdan çıkarılıp evin üst katındaki tandır odasına yerleştirilir. Yeni doğan bebeğe, Huvat’ın annesinin adı olan Nuğber adı verilir.
Kısa sürede köye uyum sağlayan Atiye, köylü kadınların yaptıkları her işi öğrenmekle kalmaz; Huvat’ın getirdiği dikiş makinesinde dikiş dikmeye, çerçiye şırınga getirtip köylüye iğne yapmaya da başlar; artık köyde “İğneci Atiye Hanım” diye anılmaktadır. Huvat ile Atiye’nin Nuğber’den sonra dört çocuğu daha dünyaya gelir: Büyük oğul Halit, ortanca oğul Seyit, küçük kız Dirmit ve en küçük oğul Mahmut.
Huvat, bir süredir köye dişe dokunur bir yenilik getiremediği düşüncesiyle bu defa da köyün adının değiştirilmesi fikrini ortaya atar. Huvat’a kalırsa köyün yeni adı “Atom” olmalıdır, ama bu isim benimsenmez, tartışmalardan sonra köyün yeni adının “Akçalı” olması kararlaştırılır.
Huvat, çalışmak üzere köylülerden bir kısmını şehre götürür. Şehirde kalorifercilik, boyacılık, badanacılık gibi işlerde çalışan köylülerin hiçbiri bir daha köye dönmeyecektir. Öte yandan Halit ve Seyit de artık babaları ile birlikte şehirde çalışmaya başlamışlardır. Büyük oğul Halit, Atiye’nin doğduğu yöreden gelip komşu köylerden birine yerleşen Sose-Rızgo çiftinin kızı Zekiye ile evlendirilir.
Sık sık öğretmeni değişen köy okulu, yeni bir öğretmenin gelmesiyle yeniden açılır ve Dirmit okula başlar. Dirmit’in dışında köyde okula gönderilen kız yoktur. Hakkında komünist olduğu dedikodusu yayılan öğretmen, öğrencilerine karne veremeden köyden ayrılmak zorunda kalır.
Huvat, hem kendisiyle birlikte çalışan oğulları Halit ve Seyit’in şehirde “sefil oldukları”, hem “cinli kız” adı verilen Dirmit’in köyden dışlanması gerekçesiyle Atiye’yi ve öbür çocuklarını şehre götürmeye karar verir. Köydeki her şey satılıp ailece büyük şehre göç edilir.
Aktaş ailesi, büyük şehirde Akçalı köyünden göçenlerin oturduğu bir mahalleye yerleşir. O kış, şiddetli bir kar yağar. Huvat, Halit ve Seyit, hiçbir izolasyon ve boya işi alamazlar. Parasızlık nedeniyle önce Zekiye ve Nuğber’in bilezikleri, sonra evdeki halılar satılmak zorunda kalınır.
İşsiz kalan Huvat, sakal bırakarak, tarikat çevrelerine girerek, yeşil kitaplar okuyarak kendini dine verir; karısı Atiye ile büyük kızı Nuğber’in başlarını bağlatır.
Huvat gibi Halit de hemen hiç çalışmamakta, evin geçimini kalorifer tesisatı işinde çalışan Seyit sağlamaktadır.
Aile bireyleri arasında çatışmalar çıkmaya, Atiye sık sık hastalanmaya başlamıştır. Zekiye’nin yeni doğan kız bebeği hastalanıp ölür. Mahmut, okulu bırakıp kalorifercilik, berberlik, terzilik gibi değişik işlerde çıraklık eder.
Seyit’in hastalanıp işten ayrılmak zorunda kalması üzerine aile tek odalı ucuz bir eve taşınır. Nuğber, ailenin geçimine katkı olsun diye babasından ve erkek kardeşlerinden gizli, bir terzinin yanında çalışmaya başlar. Seyit adı verilen bir erkek çocuk doğuran Zekiye de Halit’in askere gitmesinden sonra Gigili Topal Aygaz diye birinin adına evde halı dokumaya başlar.
İyileştikten sonra usta yevmiyesiyle iş bulamayınca silahlanıp fedailiğe ve kabadayılığa, haraç toplamaya başlayan Seyit, annesinin üzüntüden yataklara düşmesiyle kabadayılığı bırakır, yeni aletler satın alarak tekrar tesisatçılık işine başlar; ancak bir süre sonra rekabet nedeniyle bacağından vurulacak ve işi yine bırakmak zorunda kalacaktır.
Küçüklüğünden beri hayal gücünün genişliği, duygusallığı ve duyarlılığıyla diğer çocuklardan ayrılan ve bu yüzden köyde “cinli kız” adı takılan Dirmit şiir yazmaya başlar; okulda çok başarılıdır, takdirnameler getirir; artık kendini aile bireylerine yabancı hissetmektedir.
Mahmut, son çalıştığı işten ayrılıp sinema önlerinde kitap satmaya başlamış; Huvat, katıldığı bir irtica eyleminde gençlerden dayak yemesi üzerine dinî kitapları bir yana bırakmıştır.
Askerden döndükten sonra bu defa da Halit sakal bırakır, şalvar giyer, namaza başlar; elini kız kardeşlerine bile uzatmaz olur. Atiye’nin yalvarmalarıyla din tutkusundan sıyrılırsa da bu defa evde kuş beslemeye başlar, ancak annesi ile babası kuşları evde istemediğinden onları satmak zorunda kalır. Eşinden de soğumuş olan Halit evi terk eder.
Huvat ise, kendini suya adar, bütün gün denizi seyreder, şişelere deniz suyu doldurup evinin duvarlarına asar; ayağına bir eşofman giyip, gençlerle futbol oynamaya başlar.
Bir süreden beri istikrarlı bir işi olmayan Mahmut da kendini gitar çalma hevesine kaptırmıştır. Huvat’ın eve dönmeye ikna ettiği Halit, gelir gelmez Mahmut’un gitarını parçalar, Seyit de Dirmit’in şiir defterini yırtar.
Nuğber, kendisinden birkaç yaş küçük şehirli bir delikanlıyla evlendirilir. Seyit askerdedir. Teknik kaplama işine çırak giren Mahmut, kısa sürede usta olmuş, iyi para kazanmaya ve evin geçimini sağlamaya başlamıştır. Mahmut’un yeni aldığı gitara bu kez hiç kimse dokunmaz.
Kalbinden, karaciğerinden ve rahminden hasta olan ve ölüme hazırlanan Atiye, hiçbir çocuğunu gönlünce yetiştiremediğini düşündüğünden öbür dünyadaki sorgulamada sorulara ne cevap vereceği kaygısı içindedir. Huvat ise karısı öldükten sonra köyüne dönmeyi, orada tek odalı bir ev yapmayı, genç bir Çerkez kızıyla evlenmeyi kurmaktadır.
Kendini iyice şiire veren, denize, gökyüzüne, sokaklara tutkuyla bağlanan Dirmit, ailesinden tamamen uzaklaşmıştır; şiir yazması yasaklanır, yedi gün boyunca evde kimseyle konuşmama cezasına çarptırılır. Bunun üzerine o da aile bireylerinin tümüne hitaben bir mektup yazar. Bu uzun mektubun bazı sayfalarının şehrin üstünde uçuştuğu görülür.
Roman, Atiye’nin ölümüyle son bulur.
Yazarın, köyünün özlemiyle, ninilerle, masallarla, halk hikayeleriyle iç içe harmanlanmış bir eser olan Sevgili Arsız Ölüm bu kapsamlarla "Büyülü Gerçekçilik" özelliklerini barındırır. Büyülü Gerçekçilik, normal ya da gerçekçi kabul edilen sanat akımlarında olmaması gereken sihirli ve mantık dışı öğeleri içeren sanat akımıdır.