Ahmed Arif Leylim Leylim
14:36:00Mektupların yeri hep ayrıdır. Zarfı açmak ve içinde yazan kişinin el yazısı ile yazdığı duygularını okumanın tarifi yok. Fakat günümüzün teknoloji çağında mektuplarda eski anılar gibi sararıyor.
Bu anıları canlandırmak için mektup okumayı o dönemlere gitmeyi seviyorum. İşte bu kitapta da 1950'lilere doğru edebiyat şöleni yolculuğu yaptım. Ahmet Arif'in saf duygular beslediği Leyla Erbil'e yazdığı mektuplardan oluşuyor.
Gerçek sevgi ya da gerçek aşk (siz hangisini kullanmak isterseniz) karşındaki kişinin mutlu olmasını istemektir. Sizinle olsun ve ya olmasın. Eğer sizinle olmadı diye onun da mutsuz ya da çaresiz olmasını istiyorsanız bu bencilliğe girer. Kendinizi düşünmektir.
Bu mektuplarda Ahmed Arif'in Leyla Erbil'e olan gerçek aşkını okuyoruz. Onunla olmasa bile onu düşünen onun mutlu olmasını isteyen koca yürekli adam. Duygularının karşılıksız olduğunu bildiği halde onun için çırpınır. Maphus köşelerinde, memleketinde, Ankara'da kısacası gittiği her yerde onu düşünür koca yürekli adam.Onun iyi olması için çırpınır. Gerçek sevgi işte bu.
Mektuplarında dile getirse de sevgisini, Leyla Erbil onu hep dostu olarak görmüştür. O da bu duruma sesini çıkarmamıştır. Çünkü en önemli şey onun yanında olmak ve onu mutlu etmektir.
Mektupları okurken o dönemin edebiyatı ile ilgili de bilgiler öğreniyoruz. Bu yüzden edebiyatçılar için her mektup değerli. Okurken kitabın bitmesini istemedim. Ahmed Arif'ten ayrılmak zor geldi. Ama Leyla Erbil'i sevmek böyle bir şey galiba. Tüm iliklerine kadar sevmek gerekiyor.
Mektupları okurken "Bu aşkın karşılığı olsaydı nasıl oldurdu?" diye sordum. Fakat bu aşkın sonunda Leyla Erbil mutsuz olacaksa Ahmet Arif'in onun mutluluğu için elinden geleni yapacağına eminim. Bu ayrılmak bile olsa yapardı.
Peki bu kitap nasıl yayımlandı ? İşte bunun cevabına gelelim. Kitabın (daha mektuplardan önce bir yazı var. Önsöz gibi. Orada kitabın neden ve nasıl basıldığını anlatmış Rüken Kızıler.
"Kitabın yayımlanma fikri, Leyla Erbil’in romanı Kalan’a son şeklini verirken oluşmuş. Leyla Erbil, Ruken Kızıler’e Ahmed Arif’le uzun yıllar mektuplaştıklarını söyler. Bu mektuplar Erbil’in çalışma masasının alt rafındadır. Yıllardır üstelik:
“Pembe karton bir dosyanın içinde, çoğu zarflarıyla korunmuş mektuplar… Kâğıtlar çoktan sararmış, kat izleri derinleşmiş de olsa hâlâ rahatça okunabiliyorlardı. Ahmed Arif boşluk bırakmaksızın kullanmıştı sayfaları. Çoğunda derkenarlarla kalan yerleri de doldurmuştu. Erbil ailesi bu mektupların gönderildiği diyarın koşullarını bilerek, saygıyla, vefayla muhafaza etmişti onları.”
Kızıler’in ısrarına rağmen Erbil bu mektupların yayımlanmasını istemez. “Ben öldükten sonra…” düşüncesi hâkimdir Leyla Erbil’de.
“Ahmed Arif’in ailesini incitmekten ya da ‘Leylâ Erbil, bu büyük şairin aşkıyla gündeme gelmek istiyor’ dedikodularından çekindiğini de söylemişti. Evet, körkütük âşık bir Ahmed Arif yazmıştı bu mektupları, aşkına karşılık bulma umuduyla ya da hayata tutunabilme güdüsüyle…”
Leylâ Erbil bu mektuplaşmalarda dostluk sınırını çizmiş ve bu sınırı gün geçtikçe derinleştirmiş. Ahmed Arif’in de bu konumu kabullendiği mektuplardan anlaşılıyor zaten.
Sonrasında Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal ile Leylâ Erbil buluşturulur.
Filinta’ya mektuplardan söz edilir. Filinta, “Siz ve babam edebiyatımızın en değerli şahsiyetlerindensiniz, elbette ki bu mektuplar yayımlanmalı” deyince, Erbil’in Ahmed Arif’e yazdığı mektuplar sorulur. Filinta arşivlerinde bu mektuplara rastlamadığını söyler.
Sonra Leylâ Erbil Tuhaf Bir Erkek’in bitimine yakın “Ahmed’in mektuplarını yayımlamak istiyorum artık” der. Yazık ki kitabı göremeden ölür.
Sonrasını Ruken Kızıler şöyle anlatıyor kitapta: “Leylâ Hanım bu mektupları neden yayımlamak istedi? Onun amacını duraksamadan yazabilirim: Gerçeğe bağlılık. Aynı zamanda yalnızca halkına inanmış, bunun için büyük bedeller ödemiş ve değeri yeterince bilinmemiş bu büyük şairin unutulmaması için bir çabaydı bu mektuplar. Tek bir şiir kitabıyla yalnızca edebiyat tarihine değil, siyasi tarihimize de mal olmuş Ahmed Arif’in, aydın olarak yaşadığı acılar onu çok etkilemişti. Süren davaları, hakkında verilen sürgün kararı, öte yanda büyüyüp serpilen şiirleri. Ahmed Arif’in yaşamından önemli bir kesit sunuyordu bu mektuplar ve yayımlanmalıydı. Elbette ki bu amacını gölgeleyecek dedikodulardan çekiniyordu Leylâ Hanım, ama vazgeçmedi.
Leylâ Hanım’ın yazdığı mektuplara ne oldu? Bu aşk kendi karşılığını yaratabilmiş miydi? Leylâ Hanım bu soruyu yanıtlamıştı: “Hayır, benim tarafımda aşk yoktu, yalnızca dostluk vardı”. Özellikle 1955 yılından sonra yazılan mektuplardan da anlaşılıyor ki Ahmed Arif bu büyük aşkta yalnız kalmıştı."
Kitapta beni çok şaşırtan bir olay da Ahmet Arif'in Sait Faik Abasıyanık ile ilgili mektubu oldu. O yazının öyküsünü de okuduğum bir makaleden alıntı yaparak paylaşmak istedim.
"Leylâ Erbil ile Evrensel gazetesinin ilk yılında bir söyleşi yapmıştım. Yazıya başlık yaptığım cümlesi ezberimde: “Edebiyata bir cinayetle girdim.” Bu cümle onun gençlik yıllarında üstüne atılı bir karalamanın açıklaması. Leylâ Erbil Sait Faik’i tanıdığında onun siroz olduğunu bilmiyormuş. Sait Faik de söylememiş zaten. Sait Faik öldükten sonra, onun içmesine yol açarak ya da içmesini engellemeyerek ölümüne yol açmakla suçlayan bir yazı yazılmış. (Öldüğünde de bir blokta bu olayın abartılmışı yazıldı.) Leylâ, bu suçlamadan hep tedirgin olmuştur. Ahmed Arif’e de bu yazıdan söz etmiş olmalı ki, Bismil’den 22 Mayıs 1954’de yazdığı “Leylâm, Merhametsiz Ömrüm” diye başlayan mektubunu Sait Faik’e ayırmış: “Cânım, ben Said’i senden çok önce tanıdım... Şâirsin, dehâ gizleyen bir şâir. Korkunç üzüntülere kapılman, bundandır. Ben Said’i sevdim... Sanırım, Sait de arkadaş ve artist olarak yalnız beni sevebildi. Bu, onun sözüdür. (...) Bu işte, yani ölümünde, senin hiçbir –ama hiçbir– günahın, kusurun ve hatân yok. Onu, cemiyetimizin rezil ve taşlaşmış kayıtsızlığı, sağırlığı, korkaklığı, berbat şarapları, her biri korkunç birer zehir olan Şark yemekleri öldürdü. Türkiye’de vasati yaş 28’dir. Düşün o 50 yıl yaşadı. Yine de iyi.” Ahmed Arif’in Sait Faik’le dostluğu konusu üstünde durulup araştırılacak bir konu: “Son günlerde onu ayakta tutan bendim. Övünme şeklinde anlaşılır diye sana daha önce söylemedim. Benim sert ve fırtınalı hayatım gençliğimin pervâsız tahammülü, inanır mısın ona umut ve şevk veriyordu. O ki müthiş hasis ve egoistti. Ama bana “Dülger Balığım, aslanım, canavar olmadım değil mi?” dediği zaman bonkör, insan ve babaydı.” Ahmed Arif’in kimi şiirlerinin ilk biçimlerini, bu şiirleri açıklayışını, Leylâ Erbil’in Mektup Aşkları’nda, Eski Sevgili’de, Kalan’da (ve daha birçok öyküsünde) yer alan kimi kahramanlarına bu mektuplarda da rastlayacak, onları tanıyacaksınız. Kurgular da yapabileceksiniz. Ama Ahmed Arif’in kendisi ve Leylâ için altını çizdiği yazma prensibini hep hatırlayacaksınız: “Kimselere bir şey demek için değil, kendi susuzluğumuz, yangınlığımız için yazıyoruz. İkimiz de öyle. S..tir et. Kime ne be!”" Eğer mektup okumayı seviyorsanız kesinlikle bu kitaba da bir şans vermelisiniz. Pişman olmayacaksınız. "Ve hep olmayacak şeyler kurarım, Gülünç, acemi, çocuksu..."
''Bir daha dünyaya gelsem aynı hayatı, daha ustaca ve korkusuz yaşarım.
Ama bu sefer seni tanımakta gecikmem...''
"Mektubunu hemen bekliyorum. Gözlerinden öperim.
(Gözlerini öpemeyeceğim birine yazmak, mektup atmaktan tiksinirim. Bunu da böylece kabul edeceksin.)"
"Ömrümüz çelimsiz, kısa.Çabamız korkunç ama.Ayaklarımızı bastığımız toprağın, kokladığımız havanın, şunun bunun en ibne, en akla gelmez derdini dert edinmek. Kendimizi duymaya, yaşamaya yönelmek bile yasak."
"Kimselere kendi adıma kinim, nefretim yok. Sade insanoğlunun niçin bu kadar alçaldığını, niçin bu kadar budala olduğunu hâlâ anlayamadığıma yanıyorum."
Kitaba puanım: 10/10 Keyifle okumalar. |
0 yorum