Antonio Skàrmeta Neruda'nın Postacısı
10:34:00Beni duygularının içinde dans ettiren ya da o duygularla birlikte hüzünlendiren şairleri okumak hayatımdan kaçmanın yollarından sadece biri. Bu şairlerden biri de Pablo Neruda. Aslında bu kitabın ilk filmini izlemiştim. Kitapçıda dolaşırken kitabının da olduğunu görünce hiç düşünmeden aldım. Kitap, filmden daha çok etkiledi beni. Kitaplar zaten bu etkiyi yaratmaz mı? Sizin hayal gücünüzle birleşince o insanlar farklıyken; filmdeki yerler, oyuncular bir anda hayallerinizdeki gibi olması zaten olanaksız. Belki de bu yüzden "Film beklediğim gibi değildi." diyoruz.
Bu sımsıcak, samimi anlatımıyla sizi içine çeken kitap, Şili'nin Isla Negra (İspanyolcada Kara Ada anlamına gelmekle birlikte bir ada değildir) bölgesindeki küçük balıkçı kasabasında geçer. 17 yaşındaki içine kapanık, sıradan köylü Mario Jimenez, orada yaşayan bütün balıkçılar gibi yoksul bir insandır. Baba mesleği olan balıkçılıktan haz etmeyen Mario bir gün tesadüfen bir postacılık işi bulur ve bütün yaşamı değişir. Görevi o bölgede sürgünde bulunan ünlü şair Pablo Neruda'nın mektuplarını günü gününe kendisine iletmektir. Neruda'nın dış dünyayla bağlantısını sağlayan tek kişi olarak zamanla şair ve saf genç arasında sıcak bir dostluk gelişir. Mario nun sayesinde şiirle tanışır ve yaşama bakış açısı derinden etkilenir. Kendi duygularının da farkına varmaya başlayan postacı kendi şiirlerini de yazmaya başlar. Hatta aşık bile olur. Beatriz Gonzàlez'i Pablo Neruda'nın şiirleri ile kendine aşık eder.
Pablo Neruda, o sıralar Nobel Edebiyat
Ödülü kazanmayı beklemektedir. Devlet başkanlığına aday gösterilir ancak Salvador Allende seçilince o da Paris'e büyükelçi olarak atanır. Neruda, Paris'e gidince Mario da onu görmek için para biriktirmeye başlar. Fakat artık o evli bir adamdır ve oğlu ise çok yaramazdır. Bu yüzden bütün biriken paralar oğluna gider. Pablo Neruda, Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanınca kaynanası'nın, Beatriz'in ve kendisinin işlettiği meyhanede bir davet düzenler ve televizyondan dostunu izler.
Neruda, Paris'teyken Mario'dan ona gönderdiği Sony kayıt cihazıyla Şili'deki denizin dalga sesini, kuş sesini, oraya ait olan sesleri kaydetmesini ister. Çünkü Paris'te kar yağıyordur ve o Şili'yi çok özlemiştir. Mario da onun isteğini yerine getirir ve bu sesleri kaydedip ona yollar. En sonuna da oğlunun sesini koyar.
General Pinochet darbesi olduğunda ise Neruda Şili'ye geri dönmüştür ve artık sağlık durumu da iyi değildir. Mario onun mektuplarını vermek için gider. Fakat darbeden dolayı mektupları veremez ama onları ezberler ve şaire söylemek için onun evine doğru gider. Onu hasta olarak görünce onunla son kez konuşurlar ve hastaneye gidince Neruda hayatını kaybeder. Ve o akşam Mario'yu ise askerler götürür.
"Sizce bütün dünya, yani bütün dünya demek istiyorum, rüzgarıyla, denizleriyle, ağaçlarıyla, dağlarıyla, ateşiyle, hayvanlarıyla, evleriyle, çölleriyle, yağmurlarıyla..."
"...e artık 'vesaire' diyebilirsin."
"...vesaireleriyle! Sizce tüm dünya bir şeyin metaforu mudur?"
"Neruda ağzını açtı, kocaman çenesi sanki yüzünden ayrılmış gibiydi,
"Size bu sorduğum şey tam bir zırvalık mı, Don Pablo?"
"Yok canım, hayır."
"Yani yüzünüz öyle tuhaf bir hal aldı ki..."
"Yo, düşünüyordum da ondan."
Kocaman elini sallayarak hayali bir dumanı gözünün önünden sildi, sarkık pantolon paçalarını yukarı çekti, işaret parmağıyla delikanlıyı göğsünden iterek, "Bak Mario," dedi, "seninle bir anlaşma yapalım. Ben şimdi mutfağa gidiyorum, senin şu sorunun üzerinde düşünmek için kendime aspirinli bir omlet yapıyorum ve yarın sabah sana fikrimi bildiriyorum."
"Ciddi misiniz, Don Pablo?"
"Evet canım, elbette. Yarın görüşürüz."
"Neyin var?"
"Efendin Don Pablo?"
"Sanki direk gibi dikilip kaldın orada."
Mario başını çevirdi, aşağıdan bakarak şairin gözlerini arandı:
"Bir mızrak gibi saplanmış olarak mı?"
"Hayır satrançtaki kule kadar hareketsiz."
"Porselen bir kediden daha mı durgun?"
Neruda kapının kolunu bırakarak çenesini kaşıdı.
"Mario Jiménez, Temel Lirik Şiirler'den çok daha iyi kitaplarım var benim. Karşıma türlü türlü kıyaslamalar ve metaforlarla çıkman hiç yakışık almıyor."
"Ne dediniz, Don Pablo?"
"Metaforlar dedim ya!"
"Onlar da neymiş?"
Şair elini delikanlının omzuna koydu.
"Az çok belirsiz bir şekilde açıklık getirmek üzere sana şöyle söyleyeyim: Bir şeyi başka bir şeyle kıyaslama biçimine metafor denir."
"Bana bir örnek verin."
Neruda saatine bakıp iç geçirdi.
"Pekala, gökyüzü ağlıyor dediğinde, ne demek istersin?"
"Ondan kolay ne var? Yağmur yağıyordur, işte o kadar."
"Tamam işte bu bir metafordur."
"Peki ama bu o kadar kolay bir şeyse, neden o kadar karmaşık bir adı var?"
"Çünkü isimlerin o şeyin basitliği ya da karmaşıklığıyla hiç ilgisi yoktur. Senin teorine göre, uçan küçücük bir şeyin kelebek gibi uzun bir adı olmamalı. Düşün ki antilop kelimesinde de aynı sayıda harf var, antilop kelebekten çok daha büyüktür ve uçmaz." diye sözünü tamamladı Neruda, tükenmiş bir tavırla. Kalan gücüyle Mario'ya küçük limana doğru yollanması için işaret yaptı. Ama postacının cevabı hazırdı:
"Valla ben de şair olmak isterdim."
"Aman birader! Şili'de herkes şairdir. Postacı olmaya devam etsen daha farklı olursun. Hiç değilse dünya kadar yol yürüyorsun ve şişmanlamıyorsun. Şili'de biz bütün şairler göbekliyiz."
Neruda yine kapının kolunu tutarak içeri girmeye hazırlanırken, Mario göze görünmeyen bir kuşun uçuşuna bakarak şöyle dedi:
"Şair olsaydım istediğimi söylerdim."
"Peki neymiş o söylemek istediğin şey?"
"İşte sorun da orada ya. Şair olmadığım için söyleyemiyorum."
Şair, kaşlarını çattı.
"Mario?"
"Don Pablo?"
"Bak veda edip kapıyı kapatıyorum."
"Peki Don Pablo."
"Yarın görüşürüz."
"Yarın görüşürüz."
"Bunu size nasıl açıklayayım? Siz o şiiri okurken, sözcükler oradan oraya gidip geliyordu."
"Yani deniz gibi."
"Evet, öyle, tıpkı deniz gibi gidip geliyordu sözcükler."
"İşte ona ritim denir."
"Ben de kendimi bir tuhaf hissettim, çünkü onca hareketten başım döndü."
"Ya, demek başın döndü."
"Elbette! Sizin sözcüklerinizin üstünde titreyen bir sandal gibiydim."
Şairin gözkapakları ağır ağır açıldı.
"Benim sözcüklerimin üstünde titreyen bir sandal gibi."
"Elbette!"
"Sen ne yaptın biliyor musun, Mario?"
"Ne yaptım?"
"Bir metafor yaptın."
"Ama o sayılmaz, çünkü sırf tesadüf eseri çıktı ağzımdan, o kadar."
"Rastlantısal olmayan imge yoktur, evlat."
"İlham duyabilmesi için şairin o kişiyi tanımaya ihtiyacı vardır. Kalkıp da hiç yoktan bir şey yaratamaz."
"Sevmem çatısız evi, ne de camsız pencereyi. Sevmem işsiz günü, ne de düşsüz geceyi. Sevmem kadınsız erkeği, ne de erkeksiz kadını. İsterim ki bütünleşsin yaşamlar, sönüp gitmiş öpücükleri alevlendirerek. İyi yürekli çöpçatan bir şairim ben." Pablo Neruda
"Siz sözcükleri okumuyorsunuz ki efendim, onları yutuyorsunuz. Sözcüklerin tadını çıkarmak gerek. İnsanın ağzında dağılmalı."
"Bugün tam tamına yüz yıl oluyor, zavallı ve muhteşem bir şair, umutsuzların en cüretli olanı, şöyle bir kehaneti yazmıştı: à l'aurore, armés d'une ardente patience, nous entrerons aux splendides villes. Yani, 'Şafak vakti, ateşli bir sabırla donanmış olarak gireceğiz muhteşem şehirlere'."
"Ben olacakları gören Rimbaud'nun bu kehanetine inanıyorum. Karanlık bir bölgeden, keskin bir coğrafyanın ötekilerden ayırdığı bir ülkeden geliyorum. Şairlerin en yalnızıydım ve benim şiirlerim yöreseldi, acılıydı, yağmurluydu. Ama her zaman insana güven duydum. Umudumu hiç yitirmedim. İşte bu yüzden buraya kadar geldim, şiirlerimle ve bayrağımla."
"Sonuç olarak, iyi niyetli insanlara, emekçilere, şairlere, tüm geleceğin Rimbaud'nun bu cümlesinde ifade edildiğini söylemek zorundayım: bütün insanlığa ışık, adalet ve saygınlık getirecek olan o muhteşem şehri yalnızca ateşli bir sabırla fethedeceğiz."
"Böylece şiirler boş yere yazılmış olmayacak."
"Geri dönüyorum denize, gökyüzüyle sarmalanarak
iki dalga arasındaki sessizlik
tehlikeli bir gerilim yaratıyor:
hayat ölüyor, kan duruluyor,
ta ki yeni bir hareket başlayana
ve sonsuzluğun sesi duyulana kadar."
0 yorum