Tomris Uyar'a göre öykü, "bir vuruşta bir parıltı yaratan, unutulmayan, okurda yıllar sonranın algılarını hazırlayan, kısaca, okuru değiştiren sanat" olarak tanımlar.
Onun okuru, boşlukları doldurabilecek, öykünün açık uçlarını kendi deneyimleriyle doldurabilecek veya genişletebilecek dikkatli ve donanımlı bir okur olmalıdır; yazarın bıraktığı yerden alıp öyküyü bitirebilmelidir.
Antacaklarını "dışarıda sürüp giden büyük hikayeden" seçmiştir.
Öykülerinde dile önem vermiş ve bir çok imgeden yararlanmıştır.
Uyar'a göre "en yetkin yapıtlar en az malzeme taşıyanlardır."
Bu kitapda Handan İnci'nin seçtiği, 10 tane birbirinden değerli öyküler yer almaktadır.
Birinci öykü "Çiçek Diriltileri"dir. Şükrüye, her pazar babasıyla sinemaya gidiyoruz diyip babaannesine giderler. Fakat annesi bunu bilmemektedir ve babası da söylememesi için onu uyarır. O da babasıyla kendi arasındaki bu sırrı annesine söylemez ve kendi uydurduğu filmi anlatmaya başlar. Fakat bu gidişlerinde Şükrüye bahçede oynarken bir oda keşfeder ve hasta dedesiyle karşılaşır. Dedesi çiçek dirilticisidir. Yani geçimini çiçek satarak sağlar. Onunla konuşunca dedesini sever. Bu ziyaretten sonra annesi "Film nasıldı ?" diye sorduğunda babannesine gittiklerini ve dedesini sevdiğini söyler.
"Bunca ter döküyorum. Bak: her akşam geniş bir kova alırım. Çiçeklerin çürümüş saplarını, kararmış yapraklarını ayıklarım. Köklerini biraz keserek kovadaki suda dinlendiririm. Yüzlerine sık sık su serperim. Sabaha dirilirler."
"Hem sonra malını elden çıkarmayı öğrenmelisin. Arasıra için yanacak, ama geçer. Soğukkanlı olmalısın. Güç iş bizimki. Başka işlere benzemez. Gazetelerin küçük ilanlarında adı geçen mesleklerden değildir."
"Ayrıntıcı bir meslek... dedi ihtiyar. Herkes nasıl para kazandığıma şaşar. İşin ucunda bel bağladığın şeyin yok olması da var çünkü."
İkinci öykü "Dön Geri Bak"tır. Nesrin, başkalarının dedikodularına aldırmadan hayatını yaşamaktadır. Fakat ölmüştür. Mustafa perişan halde onun o halini görmek ister ve Nesrin'in annesinin evine gider. Onu o halde gördüğünde içi cız eder. Ve annesine 250 lirayı verip oradan gider. Çünkü Nesrin'e o parayı verecekti ama artık o yok. Nesrin 5 yıl önce hukuk'u 2. sınıfta bırakıp çorapçı dükkanı açan Faik'le evlenir. Faik eskiden kitap okurdu ama artık ona önemsiz gelir ve okumaz. Nesrin bu evlilikten mutsuzdur. Bir gün Mustafa ile buluştuğunda onun ne kadar yakışıklı olduğunu fark eder. Mustafa'nın taksisinde sevişirler. 250 lirası olsa Nesrin o eden kaçacaktı.
"İnsan hayatın gerçekleriyle karşılaşınca, bu çocukluk hevesleri de geçip gidiyordu kendiliğinden. Öyle demişti."
"Hayatın dalaşı, gürültüsü, küfürleri, şarkıları, güçlükleriyle bilenmiş, elleri kaba işlere girip çıkmış, sevmeyi yaşamaktan öğrenmiş, yaşayarak öğrenmiş, bildik Mustafa'yı gerçekten sevdiğini düşündü en son."
Üçünçü öykü "Şen Ol Bayburt"tur. Feride Hanım, yaşlandığında yoksul bir yerde yaşamak zorunda kalır. Bu yüzden eve kocasının akrabalarından bir kişiyi konuk olarak çağırır. Ona yaşam şartlarını ve geçmişinden bahseder ve ondan bir şey rica eder. Bu da onların aylık maaş alabilmeleri için boşanmaları gerekir ve bunun için konuğundan tanık olmasını ister.
"Günlerin tam içinde yaşayamayınca, olanlara akıl erdiremeyince, bunlarla oyalanıyoruz işte, kahve pişirmek, çay demlemek... Anılar da öylesine çoğalmış ki bastırıveriyorlar, günü karartıyorlar erkenden."
"İnsan eninde sonunda hep aynı şeyleri söylemeye başlıyor."
Dördüncü öykü "Ilık, Yumuşak, Kahverengi Şeyler"dir. Küçük kızın, dedesiyle arasındaki bağ her pazar artıyordu. Pazar günleri onlar için çok özeldi. Dedesinin dolabındaki anılara bakarken küçük kız kendini çok mutlu hissediyor. Dedesiyle bu sırrı paylaşıyordu. Bahariye Hanımlara gittiklerinde hep onları Fitnat karşılardı. Bahariye Hanım'ın kocası öldüğünde hayattan soğumuştur. Sonunda hasta olur o uzun saçlarını kaybeder. Fakirleşir. Konaktan eski bir evde yaşamak zorunda kalır. Dedesiyle torun onu ziyaret etmeye giderler.
"Ama bu ele geçmez anları günü gününe kayda geçiren sonsuz fotograflardaki kişiler, önlerinde uzanan dünyaya, kıra değil, kendi içlerine bakıyor gibiler. Hepsi donuk, içlerinde bakılacak hiçbir şey yokmuşcasına."
"Unutulmaması gereken bir günü belleğe bir vuruşta canlandırılabilecek ayrıntılar, anı değeri taşıyan nesneler."
"O anda ikisi de yakında ayrılacaklarını düşündüler nedense. Kimbilir kaç pazar birlikte yürüdükleri bu yol, kafalarında bambaşka bir yolla, birinin daha başında olduğu, öbürününse sonuna dayandığı soyut bir yolla yer değiştirdi."
Beşinci öykü ise "Metal Yorgunluğu"dur. Ferdi Bey, Lin Bey'e kendi hayatıyla ilgili kesitler anlatır. Bunu yaparken eski karısından, kızından, kızına bakmamanın pişmanlığından, doğduğu yerden, olaylardan bahseder. Sonradan kızına kavuşan bir adamdır Ferdi Bey. Lin Bey'in işine yarayabilecek iki belge verir.
"Her dönemin ünlü bir yangını vardı, o dönemi sona erdiriyordu, o kadar."
"Bu is renkli düş, yaşamı süresince yanında taşıdığı bir özelliğin kaynağıydı: Ferdi o günden sonra cigarasını hep çift kibritle yakacak, kibritleri söndürmeden tablaya atacak, ateşe bakarken hem o yangının, hem de yoksun bırakıldığı tanıklığın anısını diri tutacaktı. Kedisi Mestan da çeşitli kılıklara girip yönlendirecekti yaşamını."
"Demin düşünüyordum da, bizim ülkemizde geçmişler ne kadar kısa, ne kadar da kısa süreli. Bizler, tarihimizi hep on ya da on beş yıllara düşünürüz. Yanlış anlamayın, dış dünyadan yenilikler çarparak erişir bize, ne var ki parıltıları çabuk biter, çabuk aşınırlar. Dün yepyeni olan bir kavram, bir akım, umut veren bir ad, bir yüz, bakarsınız bugün daha süresi dolmadan yıpranmış. Eşelenmemiş, karanlık tarih dilimlerinin arasında bir yere kayıvermiş."
"Kişinin doğum tarihi pek önemli değil aslında, dünyaya gözlerini açmak daha önemli."
Altıncı öykü "Ormandaki Ayna"dır. Ece kızıyla birlikte yaşamaktadır. Boşanmış olan Ece için hayat zordur. Birisiyle tanışır fakat arkadaşlarıyla tanıştıramaz. Çünkü o farklı biridir. Zaten arkadaşı Belma'nım Atilla ile olan evliliği birbirlerine laf atarak ve etraftakileri sıkarak geçer. Bu yüzden Ece onlara gitmek istemez. Yağmur yağar ve Ece otobüs durağında beklerken bir araba Ece'yi evine kadar bırakmayı teklif eder ve o da arabaya biner.
"Bir an bile yaşamanın-yalnızca soluk almanın belki- ne kadar önemli olduğunu anlatıyordu Ece'ye."
Yedinci öykü "Kalenin Bedenleri"dir. Büyük şehirden Mardin'e gelmiş bir gelin. Fakat Mardin'i sevmek isterken onu kabul etmez Mardin. Onu dışar. O da kendini kalesinin içine kapatmak zorunda kalır. Fotograflar sadece anı olur. Cemreler olur biterken..
"Bilinmedik şeyler karşısında duyulan coşturucu ama o oranda irkiltici tansımayı tatmıştır."
"Yalnız denize gerçekten aşık olabileceğini ve bu sevginin süreceğini düşündün, mutlu oldun. Bir özveri değildi sandığın gibi, incinmekten korkuyordun aslında, tutkularının gem tanımazlığından."
Sekizinci öykü "Dondurma"dır. Rüyasında eski kocasını ailesiyle poker oynadığını görür. Ada'daki hayatı her zaman güzeldir. O kimseyle kötü geçinmemeye çalışır. Rahat bir kadın olamazdı. Bunun bir sınırı olmalıdır. Fakat arkadaşılarından çocukluk arkadaşının yazar olduğunu ve bugünlerde hikaye çıkaramadığını öğrendir. Ne de olsa onun matematik problemlerini çözerdi. Onu arar ve rüyasını anlatır belki hikaye için yardımcı olur diye düşünür. Ve olur yazarın ağızından da olay anlatılır. Ve bu hikayede kadının duyguları oynanır. İyiliği kullanılır.
"Bence, defteri tutarken toplumu aydınlatıcı bilgilere öncelik tanınmalı. Defter bir gün ele geçerse, yayınlanırsa, okuyana ibret teşkil etmeli."
Dokuzuncu öykü "Fal"dır. Cumartesi günlerin herkesin kendisine ayırdığı zaman dilimi. O çok sevdiği kitapevinde olur hep falat bu cumartesi kendisini banyoya atacak ve rahatlayacaktı. Ünuversite kentte okurken evlenip çiftliğe gelen o bir süre sonra kocasıyla birbirlerine az görmeye başlarlar. Bu cumartesi farklı olacak. Eve girince birden en sevdiği çiçekleri görür. Fakat kim almıştır ?
"Değil mi ki Cumartesiler, bedenin derininde uyuklayan birtakım adsız duyguları yüzeye zorlamada, adlandırmada birebirdir. Düzenin hafta boyunca aksamayan uyuşuk akışı birdenbire kesintiye uğrar. Trenin tekdüze sallantısı duruverir. Bir istasyonluk -iki günlük- bir mola."
"Boş inançlara hiç bel bağlamazken, beklenmedik bütün aksilikleri, kötü raslantıları, karşılaştığın engelleri hep kendi hatalarına yorarken, bir şeyin birdenbire yolunda gitmesi-ufacık bir şey de olsa- uğurlu bir belirtge demekti gözünde."
10. öykü "Akşam Alacası"dır. Bir akşam diğer çocuklardan farklı birisiyle karşılaştı. Bunu onunla konuşurken bile anlıyordu. Annesi ikinci kere evlendiği için üvey babası ve üvey kardeşiyle de yaşıyordu. Kardeşi tam kendi babasının istediği biriydi. Fakat o değildi. Ertesi gün hikayeyi anlatır ve kardeşinin ismini Yunus koyduğunu söyler. Fakat Yunus onun adıdır.
"Kişi, bu eleme telaşında bazan belki bir daha okumayacağı ama geçmişin vazgeçilmez bir parçası saydığı kitapları sonradan bulamayınca kendine içerlerdi, biliyordu. Bir daha nesnel bir bakışla göz atmalıydı onlara."