Nazım Hikmet Yatar Bursa Kalesinde

12:03:00

Nazım Hikmet'ten bir kitap okuduğumda onun dirilişini ve umudunu yeniden hissediyorum. nerede olursa olsun asla umudunu yitirmeden yaşıyor. Hapishanedeki hücresinde olsa bile.

Yatar Bursa Kalesinde bulunan şiirler, Nazım Hikmet'in 1929-1935 yılları arasında yazdığı ama sağlığında yayımlanan kitaplarına almadığı ve 1937-1951 yılları arasında yazdığı ama sağlığında kendi derlediği (ve ancak ölümünden sonra basılabilen) kitaplarına almadığı şiirlerden oluşuyor.

Her bir şiirde onun sesinden dinliyormuşum gibi okudum. Özellikle de Yaşamaya Dair şiirini okurken Genco Erkal'ın sesinden de dinlemenizi tavsiye ederim. (Bu arada Fazıl Say bestelemiştir.)


"YAŞAMAYA DAİR 
  
1 
Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                     1947 
2 
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, 
yani, beyaz masadan, 
              bir daha kalkmamak ihtimali de var. 
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini 
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, 
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, 
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz 
                                en son ajans haberlerini. 
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, 
                               diyelim ki, cephedeyiz. 
Daha orda ilk hücumda, daha o gün 
                           yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. 
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, 
                        fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz 
                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. 
Diyelim ki hapisteyiz, 
yaşımız da elliye yakın, 
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. 
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, 
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla 
                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla. 
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım 
          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 
                                                                      1948 
3 
Bu dünya soğuyacak, 
yıldızların arasında bir yıldız, 
                       hem de en ufacıklarından, 
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, 
                       yani bu koskocaman dünyamız. 
Bu dünya soğuyacak günün birinde, 
hatta bir buz yığını 
yahut ölü bir bulut gibi de değil, 
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak 
                       zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. 
Şimdiden çekilecek acısı bunun, 
duyulacak mahzunluğu şimdiden. 
Böylesine sevilecek bu dünya 
"Yaşadım" diyebilmen için... 
Nazım HİKMET"

Nazım hikmet, haksızlığa gelemediğini, bu yüzden kırgınlığını ve kızgınlığını da şiirlerinde aktarmıştır. Devrimci ruhu asla sönmemiştir. Hapisteyken bile bu ruh ile yaşamıştır.


"Ben İçeri Düştüğümden Beri 
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: ’Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman…’
Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün…’
Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsanız: ’Bütün bi hayat…’
Bana sorarsanız: ‘Adam sende bi hafta…’
Katillikten yatan Osman; ben içeri düştüğümden beri
Yedibuçuğu doldurup çıktı.
Dolaştı dışarda bi vakit,
Sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar.
Dün mektubu geldi; evlenmiş, bi çocuğu olacakmış baharda…
Şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
Ve o yılın titrek, uzun bacaklı tayları,
Rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanları hala fidan, hala çocuktur.
Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri…
Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bi evde oturuyor
Pamuk gibiydi bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene
Sonra vesikaya bindi
Bizim burda, içerde
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için
Şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız
Ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz
Daşov kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı Hiroşimaya
Boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman
Sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçünden bahsediyor amerikan doları
Fakat gün ışığı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri
Ve karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini kaldırımlara basıp doğruldular yarı yarıya
Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine
‘Onlar ki; toprakta karınca, su da balık, havada kuş kadar çokturlar.
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
Ve kahreden yaratan ki onlardır,
Şarkılarda yalnız onların maceraları vardır’
Ve gayrısı
Mesela, benim on sene yatmam
Laf’ı güzaf…
Nazım Hikmet"

Şiirin son satırlarında yazdığı Kuvayi Milliye kitabından bahsetmektedir. (Bu kitabı Bursa'daki hapishanede yatarken yazmıştır.)  Kuvayi Milliye kitabı ile ilgili yorumu aşağıya ekleyeceğim okumak isterseniz bakabilirsiniz.

https://fuldenufacik.blogspot.com/2017/06/nazm-hikmet-kuvayi-milliye.html

Eğer Nazım Hikmet'i anlamak istiyorsanız onun şiirlerini okuyun ve şiirlerin içinde yaşamaya çalışın. Onun ruhunu ve insan sevgisinden beslenerek hayata farklı açılardan bakın. Çünkü o ruhunun ve birlikteliğin büyüsü ile etrafınızı sardığında ondan vazgeçmeniz zorlaşacaktır.

"TAHİRLE ZÜHRE MESELESİ 
 
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
                                          ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. "


"Ben Bir Yolculuk Yaptım
Uzakta, çok uzakta, geceleri gökyüzüne
           beyaz bir yangın gibi aydınlığı vurdu hava meydanlarının
ve kaçırdığım tirenler benden bir şeyler alıp
                                      pırıl pırıl daldı karanlığa,
ben bir yolculuk yaptım.

Ben bir yolculuk yaptım,
insanların gözleri bembeyazdı,
leş kokuyordu çürümüş sular.
Yalanın ve ahmaklığın bataklığını geçtim
                            adam boyu sazlıklarda kaybolmadan …

Ben bir yolculuk yaptım,
yumrukları sıska karınlarında ve iki büklüm oturan
yahut da rüzgarın önünde yalnayak koşan kadınlarla;
ölülerle birlikte
harp meydanlarında ve barikatlarda unutulmuş olanlarla.

Ben bir yolculuk yaptım,
asfaltı sabah aydınlığıyla ıslak
                                     şehirlerin içinde
                                     mahpusları taşıyan
                                                      kamyonlarla geçerek …

Ben bir yolculuk yaptım,
ne senin beyaz dişlerinde ezilen üzümlere doyabildim,
ne de kapalı bir yaz ikindisine benzeyen yatağına.

Ben bir yolculuk yaptım,
yepyeni yapılar vardı şantiyelerde,
genç bir çam gibi yemyeşildi ümit,
ve bin metre yerin altında
                insanların alnında yanıyordu grizu lambaları.

Ben bir yolculuk yaptım,
ayışığında, günışığında,
yağmurun ışığında,
dört mevsimle ve bütün zamanlarla birlikte,
böceklerle, otlarla, yıldızlarla birlikte
ve en namuslu insanlarıyla yeryüzünün,
yani bir keman gibi şefkatli,
henüz konuşamayan bir çocuk gibi merhametsiz,
henüz konuşamayan bir çocuk gibi cesur,
yani bir kuş kolaylığıyla ölmeye de

                                   bin yıl yaşamaya da hazır…"





You Might Also Like

0 yorum