Cezmi Ersöz Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine
17:26:00
Cezmi Ersöz, insan-dünya ilişkisini, duygular ve olaylar karşılaştırması yaparak anlattığı çoğu eserinde hayatı sorgular.
Gündelik zorunluluklardan, en temel ihtiyaçlardan ve insanın vazgeçemediği tutkularından bahseder. Eserlerinde yoğun bir melankoli ve karamsarlık fark edilir. İnsanın iç yolculuğunu melankolik bir dille anlatan bir yazardır.
Kendisiyle tanışma kitabım olan Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine adlı eserinde insanın kendisini sorgulamasını şiirlerinde dile getirir. Kendini sorgularken karşı taraftaki kişiyi de sorgular.
Şiirlerinde yoğun imgelerle karşı karşıyayız. Bana göre şiiri okurken o imgeleri yazarın hayatıyla karşılaştırırsanız şiirleri daha iyi anlarsınız.
"Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine
Yine masum hırslarını sevdanın ateşinde yaktın
şehirden bir çocuk sevdin yine
Ah! seni ona taşıyan çocuk ayakların
işte geliyorsun,
haylaz, vefalı ellerin şehrin dalgalarını okşuyor
Ah! seni ona taşıyan gözlerindeki susuzluk
şehirden bir çocuk sevdin yine…
şehirden bir çocuk sevdin yine
Ah! seni ona taşıyan çocuk ayakların
işte geliyorsun,
haylaz, vefalı ellerin şehrin dalgalarını okşuyor
Ah! seni ona taşıyan gözlerindeki susuzluk
şehirden bir çocuk sevdin yine…
Omuzuna astığın çantanı görüyorum buradan…
Havai tarağın, komik anahtarlıkların, yarım rujun,
Yoksul fihristinden her harften iki-üç isim,
uçurumda sahipsiz birkaç tokan,
Gözyaşlarınla parçalanmış mendillerin…
Havai tarağın, komik anahtarlıkların, yarım rujun,
Yoksul fihristinden her harften iki-üç isim,
uçurumda sahipsiz birkaç tokan,
Gözyaşlarınla parçalanmış mendillerin…
Yaktın masum hırslarını geliyorsun
Oysa bir bilsen, seni ona taşıyan şehir
saçını bağladığın iple bile alay ediyor
Ah! bir bilsen herkes tetikte
sense böyle hesapsız, böyle sevinçle…
Oysa bir bilsen, seni ona taşıyan şehir
saçını bağladığın iple bile alay ediyor
Ah! bir bilsen herkes tetikte
sense böyle hesapsız, böyle sevinçle…
Ah! bir bilsen
Sadece güzelliğin tutuyor acımasızlığın kapılarını
Sadece güzelliğin tutuyor acımasızlığın kapılarını
Yaktın masum hırslarını geliyorsun,
Şehirden bir çocuk sevdin yine"
Şehirden bir çocuk sevdin yine"
"Savruk Yılların Soldurduğu Bedenime Dokun
İthaf: Nilgün Marmara’ya
Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
bu kanlı operayı seyrettiğim
alevlerle gölgelenmiş aynadan
kendime tutkun ayrılıyorum.
Loş ışıkların altında
birbirlerine kırık dökük
aşk öyküleri anlatan
orospu mesihlerden geçerken...
Bu artık son kez dokunuşum
akşamın parmak uçlarına.
Ey uyumlu şizofrenler
hüzünlü benciller
bağışlayın bana bu akşamı...
Kimsesiz çocukların gözlerinde
seyrettiğim bu akşamı.
Birkaç randevu için beklettiğim intiharım
ve umudun kan kıyısından gelen kadın
için bağışlayın.
O esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla
gelirdi çünkü
umudun kan kıyısından gelirdi.
Ve artık cüzzamlı çocukların yüzlerini
okşayan elleri
savruk yılların soldurduğu bedenime
dokunsa kaygılanmazdı...
Sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma...
Ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm
beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla
hüznünü,
bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak
bir ölüm getir...
özentisiz ve kendine hayran olmayan
bir ölüm
gözlerin ve sesin kadar kesin olan
bir ölüm...
En solgun mevsiminden geçiyor sevgi
unut beni unut, belki de terk ettiğin son
cehennemdir bu.
Ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken
ansızın sesine vurulan kör bir kemancı
kadar
ince ve dokunaklı olan bu akşam
başka kıyılarda güneşlenen bir
alacakaranlık olsam da
savruk yılların soldurduğu bedenime dokun
Sesini bağışla bana
dağılan hayatıma bu akşamı bağışla"
"SAKAT SÜVARİNİN KARISI
Meğer çoktan dökülmüş
aynalardan sırlar,
çoktan yayılmış kanser kokusu
apartman
boşluklarına
ve karanlık pencerelerde
eski bir çığlık gibi yaşıyormuş
kadınlar...
Yoksa der miydim anneme
küstah bir
şaşkınlıkla,
bırak artık bu beklemeleri, diye
çünkü güzel günler geride kaldı,
beklenen o güzel günler
O da biliyordu oysa
bahtsız kadınlar kabilesinde
ölümün
sıradan günlere paylaştırıldığını,
felaketlerin basit sezgilerle farkedilip
yürek ağrılarını dindirdiğini.
Nitekim vazgeçmişti artık
ipekli kumaşlar dikip
sakat süvariyi beklemekten...
Konuştuk uzun uzun
-balolar, danslar, şenlikler ve
Cumhuriyet...
Sonra başını açmasını
söyledim ona
durdu... düşündü...
ve karanlık anlamları
bırakarak ardından
incecik bir yalnızlık gibi
sokaklara çıktı,
hatırladı kendini... ürperdi...
Akşamdı... Bizim gibi adamlar
haber verdi
ölüsünün Mercan Karakolu'nda
bekletildiğini.
Başörtüsünü
ve amelelere Harb-ı Umumiyi
anlatan
sakat süvariyi kahveden aldım.
Ne babamın polislere anlattığı
dokunaklı anılar,
ne de kirli deniz kokan
saçları tanık
oldu ölümüne...
Onun ölümü ne kanser,
ne kocası,
ne komşular...
Ölümü, elimde buruşturduğum
bu başörtü
bu baş... bu örtü...
bu baş... bu örtü...
bu baş... bu örtü... "
"Sen Aslında Çok Eski Bir Şeye Aşıksın
künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerimi
ölürsem beni seninle ararlar şimdi
bak, incelirken zehirleniyorsun yavaş yavaş
beni yanaşma ruhum boğuyor geceleri
ölürsem beni seninle ararlar şimdi
yüreğim paslı bir sarnıç
gözyaşlarının demi hala avuçlarımda
sesleniyorsun sevdaların kilitlendiği manastırlardan
yaşamak güçlü olmak değildir her zaman
künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerini
ölürsem beni seninle ararlar şimdi"
"Tekrar tekrar.. Acıya doyana dek
gözyaşı loşluğunda, yarım sıcaklıkta,
kırgın perdeler, unutkan masamız,
uzak sahillerde çekilmiş fotoğraflarımızdan
hep mahçup bir sevgi taşardı.
Alıngandı şarkılarımız, alkole dayanıksız
Saatler boyu, nefes nefese planlar yapardık,
heyecanla yürürdük düşlerimizde,
bu kadarı çoktu bize, yorulurduk
Birimizin bakışı yeterdi
hayallerimizin kanatlarını yakmaya...
Sonra önüne düşerdi saçları
gün biterdi
Hep o saatlerde yaşamaktan ölürüz diye
korkardık.
Akşamın ıstıraplı eşiğini geçtikten sonra
mutfağa giderdi, çay yapmaya
çay yarım kalırdı, gider içeri
ölesiye sevişirdik...
O yaslı evden günlerce dışarı çıkmazdık
kaç gün, kaç ölüm, kaç öykü tükenip
biterdi ellerimizde.
Bir gün gelir o yaslı ev bize dar gelirdi
unutulmuş istasyonlara giderdik, ayrı ayrı
bizim gibi insanların yazdığı öyküleri
okurduk, yüreklerimiz
bir hüzün oyuncağıydı sanki,
olmadık şeylere ağlardık.
Dokunaklı bir filmin sonu gibiydi
hayatımız
tekrar, tekrar, acıya doyana dek"
"ÖMRÜMÜ KAYDA GEÇİRDİ BİR SOKAK
Eski bir yalnızlıktan ödünç alınmış günlerle
Yaşadım gençliğimi ölü bir kadının saçlarını
Okşayarak ...
Yaşadım babamın ruhuma ithaf ettiği
Bütün pişmanlıkları ,
Bozgun bir kalp ve siyah bayraklı şiirlerle
Dolaştım bütün sahipsiz duyarlıkları...
Ömrümü kayda geçirdi bir sokak
Sokak ki vaiz ve ticaret
Islak tül kokusu ve kömür.
Sokak ki hep kışa doğru yürür..."
"KALP AĞRISI
İşte yine başbaşayız içimin acısı
yine birlikteyiz
ver elini
sus ve ne olur incitme beni
Ey kalbimin ağrisi
ver elini
çıkalım seninle soluksuz kalmadan sessizce
bu karanlık ve uğultulu ormandan
İçimin acısı, kalbimin ağrısı aşkım
işte yine başbaşayız
ver elini
sus ve ne olur incitme beni"
0 yorum