Pablo Neruda Kuruntular Kitabı

20:16:00

Pabla Neruda bu kitabından da kendi duygu ve düşüncelerini imgeleriyle o kadar güzel anlatmıştır ki bir şiiri okurken kendimi orada buluyorum. Duygularını hissedebiliyorum. Ben bir şairden beni durumun veya olayın içine almasını ve kendi hayatımdan beni çıkarmasını beklerim. Pablo Neruda bunu sağlıyor. Ve benim severek okuduğum şairlerden biridir. Kendine özgün anlatımıyla, kendine has imgeleriyle şiirlerinin bugün de okunmasını sağlar.

"Daktilonun şiirlerimle aramdaki mahremiyeti ortadan kaldırdığını, elimin bu mahremiyeti yeniden kurduğunu gördüm."
Bu kitabında diğer kitaplardan farklı olarak kendi kendisini alaya alır. İnce bir alaycılıkla neşeli bir yaklaşım arasında geziniyor.
"Sessizliği Arıyorum
Şimdi rahat bırakabilirler
Artık alışabilirler bensizliğe.
Kapatıyorum gözlerimi.
Beş şey istiyorum yalnız,
beş seçilmiş kök.
Biri sonsuz aşk.
Öbürü görmek güzü.
Yaşayamam uçuşan
toprağa düşen yapraklar olmadan.
Üçüncüsü ağır kış,
sevdiğim yağmur, okşayışı
ateşin kaba soğukta.
Dördüncüsü yaz,
karpuz gibi yuvarlak.
Ve beşincisi, gözlerin senin.
Matildem benim, sevdiceğim,
uyumak istemem gözlerin olmadan
yaşamak istemem bana bakmazsan:
sana ayarlıyorum baharı
izlesin diye beni bakışlarınla.
Bunlar dostlarım, bütün istediğim.
Hiç bir şeye yakın, her şeye yakın.
Şimdi gidebilirler isterlerse.
Öyle çok yaşadım ki, bir gün
unutacaklar beni ister istemez,
silerek karatahtadan:
tükenmezdi benim yüreğim.
Ama sessizliği aradığım için
düşünmeyin öleceğimi:
tersi doğru bunun:
yaşayacağım ben.
Var olup süreceğim.
Yaşayamam, yine de
fışkırıp durmazsa içimde ekinler,
filizler ilkin, toprağı delip geçen,
varmak için ışığa,
ama karanlıktır toprak ana:
karanlıktır benim derinlerim:
sularda bir kuyu gibiyim ben
ardında yıldızlar bıraktığı gecenin
ve kırlarda yapayalnız sürüp gittiği.
Bunca yaşamış olmamdan
isteyişim yaşamayı bunca çok.
Hiç böyle berrak olmamıştı sesim,
öpüşlerim bunca zengin.
Şimdi her zamanki gibi erken.
Bir arı oğulu ışık.
Günle bırakın beni.
İzin istiyorum doğmak için."
"Sessiz Olmak
...
Götürebilmek uğruna hayatımızı 
bu kadar sıradan olmasaydık, 
ve bir an, hiçbir şey yapmasaydık, 
belki dev bir sessizlik 
yarıda kesebilirdi kederini 
kendimizi hiç anlamayışımızın, 
kendimizi ölümle korkutmanın, 
belki de toprak öğretecek bize 
ölü görünen her şeyin 
aslında canlı olduğunu. "
"Bir Şehre Dönüş
...
Şimdi anlıyorum, bir değil
Birkaç adamdım ben
Anlıyorum çok kez öldüm,
Bilmeden nasıl doğduğumu yeniden
Sanki giysileri değiştirmek
İtiyordu beni başka bir yaşama
İşte buradayım, hiç bilemiyorum
Neden birini tanıyamıyorum
Neden biri beni tanımıyor
Sanki herkes ölmüş de burada
Bir ben yaşıyormuşum bunca unutmuş arasında
Hala canlı kalmış bir kuş
Ya da tersiymiş de, şehir gözlüyormuş beni
Anlayıp tek ölünün ben olduğunu.
...
İstemiyorum artık kendimi yanıltmak
Tehlikelidir geriye doğru yolculuk
Çünkü birden bir hapishane olur geçmiş."
"Onunla
...
Gerekliyiz birbirimize.
yalnız karanfiller aşkına değil
yalnız balı aramak için değil:
ellerimiz gerek bize
yıkamak için, ateş yakmak için,
sürsün öyleyse bu zorlu saat
sonsuza kadar
dört eli dört gözüyle."
"Korku
Herkes istiyor hoplayıp zıplayayım
Coşayım, futbol oynayayım,
Koşup yüzeyim, uçayım.
Ne ala.
Herkes akıl veriyor,biraz kafanı dinle, diye,
Doktorlara göndermeye kalkıyorlar,
Öyle ciddi ciddi süzüp beni.
N'oluyoruz?
Herkesi al başını bir yerlere git, diyor,
Gir, çık, yerinde otur,
Öl ya da ölme.
Ne gam!
Herkes bir şeyler buluyor
Radyokorkunç diyagramlardan
Şaşakalmış organlarımda.
Kabul etmiyorum.
Herkes didik didik ediyor şiirimi
Yenilmez çatallarıyla
Kuşkum yok sinek aradıklarından
Korkuyorum.
Korkuyorum bütün dünyadan,
Soğuk sudan, ölümden.
Bütün ölümlüler gibi
Dayanaksızım ben de.
Şu üç günlük dünyada, bu yüzden,
Kulaç asmayacağım hiçbirine, 
Açıp kendimi kapatacağım
En hain düşmanım
Pablo Neruda'yla.
"Çoğuz
Bir sürü insanın içindi kimim ben, biz kimiz,
karar kılamıyorum birinde:
kaybolmuşlar giysilerimin altında,
başka şehre taşınmışlar.
Tam sırası gelmişken
akıllı olduğumu göstermenin
ağzımdan alıyor sözü
içimdeki gizli aptal
Gün oluyor, uyukluyorum
seçkinler meclisinde,
tam cesaretimi toplarken
hiç tanımadığım bir korkak
sarıp sarmalıyor iskeletimi
bin tane ince önlemle
Alevler sarmışken görkemli konağı
ben çağırıyorum itfaiyeci yerine,
kundakçının biri fırlıyor sahneye,
o benim. Bir şey gelmiyor elimden.
Nasıl seçip ayırsam kendimi?
Nası bir araya getirsem?
Okuduğum bütün kitaplar
göklere çıkarıyor kahramanları
her zaman kendine güvenen:
ölüyorum kıskançlıktan;
rüzgarlı, kurşunlu filmlerde
kıskanıyorum kovboyları,
atları bile alkışlıyorum.
Ama ne zaman çağırsam atılgan yanımı
çıkıp geliyor gene eski tembelliğim,
bilmiyorum asla kimim ben,
kaç kişiyim, kaç kişi olacağım.
Bir çana dokunup da
çağırabilseydim gerçek kendimi,
gerekliysem çünkü kendime
yok olmamalıyım ben.
Çok uzaklardayım yazaken
döndüğümde çoktan gitmişim:
görmek isterdim aynı şey
geliyor mu başkalarının başına,
benim gibi daha çok var mı,
onlara da aynı şeyler mi oluyor;
bunu keşfettiğim zaman
öyle iyi belleyeceğim ki her şeyi
sorunlarımı açıklarken
coğrafyadan konuşacağım."
"Güzde Unutulmuş
Saat yedi buçuğuydu güzün
Ve ben bekliyordum
Kimi beklediğim önemli değil.
Günler, saatler, dakikalar
Bıktılar benle olmaktan
Çekip gittiler azar azar
Kaldım ortada, tek başıma

Kala kala kumla kaldım
Günlerin kumuyla, suyla
Bir haftanın artıklarıyla kaldım
Vurulmuş ve hüzünlü

Ne var, dediler bana Paris'in yaprakları
Kimi bekliyorsun?
Kaç kez burun kıvırdılar bana
Önce ışık, çekip giden
Sonra kediler, köpekler, jandarmalar

Kalakaldım tek başıma
Yalnız bir at gibi
Otların üstünde ne gece, ne gündüz
Sadece kışın tuzu

Öyle kimsesiz kaldım ki
Öyle bomboş
Yapraklar ağladılar bana
Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi
Düştüler son yapraklar
Ne önceleri, ne de sonra
Hiç böyle yalnız kalmamıştım
Bu kadar
Ve kimi beklerken olmuştu
Hiç mi hiç hatırlamam.

Saçma ama bu böyle
Bir çırpıda oldu bunlar
Apansız bir yalnızlık
Belirip yolda kaybolan
Ve ansızın kendi gölgesi gibi
Sonsuz bayrağına doğru koşan.

Çekip gittim, durmadım
Bu çılgın sokağın kıyısından
Usul usul, basarak ayak uçlarıma
Sanki geceden kaçıyor gibiydim
Ya da karanlık, kükreyen taşlardan

Bu anlattıklarım hiçbir şey değil
Ama başıma geldi bütün bunlar
Birini beklerken, bilmediğim
Bir zamanlar."
"Artık Gitti Şehir
Nasıl ilerliyor saat acele etmeden
yılları yemenin verdiği güvenle:
günler kısa, üzümler geçici,
soluyor aylar zamandan sarkmış.
Geri çekiliyor dakika
ateşi altında amansız topların
ve birden bir tek yıl kalıyor bize
bir ay, bir gün, ve ölüm yaklaşıyor takvimde.
Kimse durduramadı suyun akışını
ne düşünce, ne aşk tutabildi,
aktı, aktı güneşlerin, varlıkların arasından,
ölümümüzü gösterip geçen beyitler.
Sonunda düşeriz zamanda, bitmiş,
alır bizi zaman, hepsi bu, biz ölüleri,
sürüklenip gideriz varlıksız, gölgesiz,
tozsuz, kelimelersiz, kalan kalır,
ve artık yaşayamayacağımız şehirde
bomboş kalır her şey, giysilerimiz, gururumuz."
"Guillermina acaba nerde?
Guillermina acaba nerde?
Ablam çağırmıştı onu,
gidip kapıyı ben açtım,
güneş girdi içeri, yıldızlar girdi,
iki buğday başağı girdi,
iki göz girdi, dipdiri.
On dördüme basmıştım,
hoşuma gidiyordu ağırbaşlı görünmek,
inceciktim, çeviktim, ama bir yandan
kaşlarımı çatıyordum boyuna.
Örümcekler arasında yaşıyordum,
her karışını biliyordum ıslak ormanın,
beni tanıyordu böcekler,
üç renkli arılar tanıyordu beni.
Nanelerin altına saklanmış
çulluklar arasında uykuya dalıyordum.
Guillermina girdi sonra,
saçlarımı savurdu ansızın
gözleri, masmavi çakan,
ve kış duvarına çiviledi beni.
Temuco’da, güney sınırında.
Ağır ağır geçti yıllar,
filler gibi usulca ilerleyerek,
çılgın kurtlar gibi uluyarak geçti.
Yaslı yıllar geçti, yıpranmış yıllar,
buluttan buluta attım kendimi,
ülkeden ülkeye, gözden göze,
ama sınırdaki yağmur
toprağa hep aynı biçimde düştü.
Ne yolculuklara çıktı yüreğim
ayaklarında aynı pabuçla,
beni besleyen, dikenler oldu.
Tedirginlik götürdüm nereye gitsem:
vurdular beni ben vuracakken,
yığılıp kaldım öldürüldüğüm yerde,
ama kalktım, eskisinden daha dinç,
ya sonra, ya sonra, ya sonra –
Ekleyecek ne var ki?
Yaşamaya gelmiştim yeryüzüne."
"Kıyıdaki Yabancılar
Geri döndüm, hâlâ gönderiyor
deniz bana tuhaf köpüklerini,
alışamıyor gözlerimle bakmaya,
kumlar tanımıyor beni.
Hiç anlamı yok, haber vermeden
dönmenin okyanusa;
bilmez senin döndüğünü
uzaklarda olduğunu bile bilmez,
ve o kadar aşmıştır ki başından
bütün o mavi işleri suyun
haberi olmaz gelenlerden:
sürdürür dalgalar türkülerini,
onca eli olsa da denizin,
onca ağzı, onca öpüşleri,
hiçbir el uzanmaz sana,
hiçbir ağız öpmez,
derken, anlarsın
nasıl zayıf olduğunu:
şimdi anlıyoruz ki arkadaşız
dönüyoruz kollarımızı açmış
ve işte deniz, dans ediyor
bize dokunmadan.
Bekleyeceğim sisi,
uçuşan tuzu, paramparça güneşi,
solusun, solusun diye deniz beni,
çünkü su değildir yalnız su
işgalidir buharın
yuvarlanır havada dalgalar
görünmez atlar gibi.
Öğrenmem gerek bu yüzden
rüyalarımda yüzmeyi,
olur da gelir diye
bir gün uykumda deniz!
Elversin, gelsin yeter
ve uyandığında sabah,
ıslak taşlar, kumlar
ve gümbür gümbür devinen deniz
bilecek kim olduğumu, neden döndüğümü
beni okullarına kabul edecekler.
Yeniden mutlu olabilirim o zaman
yalnızlığında kumların
gelişerek rüzgârla
saygısıyla denizin."

You Might Also Like

0 yorum